Halkın Otobüsü ile Fatih ilçesinde bulunan ve yoğun olarak göçmenlerin yaşadığı Afrika Mahallesi’ni ziyaret etmeden önce açıklamalarda bulunan CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin: “196 ülkeden 5.5 milyon göçmen, sığınmacı ve geçici koruma statüsüne sahip insan var. Entegrasyon politikamız yok. Türkiye Avrupa’nin göçmen ambarı olamaz. Sürdürülen politika 10 – 15 yıl sonra sosyal krizlere gebe” dedi.
Gürsel Tekin şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bugün Türkiye’de 196 ülkeden yaklaşık 5,5 milyon göçmen, sığınmacı veya geçici koruma statüsüne sahip insan var. Resmi olarak mülteci statüsünde sadece 28 kişi var. Kalan insanların çoğu geçici koruma statüsüne sahip. Önemli bir kısmı da Suriye vatandaşı. Burada üç önemli konu var. Birincisi entegrasyon. Avrupa Komisyonu ile Birleşmiş Milletler’in bu konuda sayısız çalışması var. Bunlara göre “entegrasyon penceresi” adı verilen bir dönem var. İlk 2 yılda gelen göçmenlerin entegrasyonunu sağlayabilecek eğitim, barınma, meslek becerisi kazandırma politikaları uygulandığı zaman başarı oranı daha yüksek. Biz bu pencereyi kaçırmış durumdayız. Göçmen sorununun en önemli başlığı olan entegrasyon politikaları tartışılmıyor. Göçmenler bugün kendi başlarına bırakılmış durumda. Sığınmacı olarak gelen insanlar çok zor şartlar altında yaşamaya mahkum ediliyor. Yaklaşık 7 senedir konuyu takip eden bir insanım. İstanbul’un arka sokaklarında büyük bir insanlık dramı yaşanıyor. 10 – 15 sene sonra işsiz, mesleksiz, toplumdan dışlanmış, doğru eğitim almamış insanlar Türkiye’yi ağır bir sosyal sorun ile karşı karşıya bırakacak. Bugün bu gerçek adeta unutulmuş durumda. AKP konu hakkında hiçbir adım atmıyor, adeta Avrupa ve batı dünyasına karşı mültecileri bir araç olarak kullanıp siyasi kazanım elde etmek dışında kafalarında hiçbir şey yok.
İkinci büyük konu derin yoksulluk. Yetişkin nüfusumuzun yüzde 10’undan daha fazla mülteci almış durumdayız. Dünyanın en fazla mülteciye sahip olan ülkesi Türkiye. Ekonomik olanaklarımız kısıtlı. Mülteciler hiçbir özlük hakları olmadan, asgari ücretin yarısına çalışmak zorunda kalıyorlar. Bazı işverenler de bu durumdan yararlanıp mülteci emeğini adeta sömürüyor. Neticede kendi vatandaşlarımız işsiz kalıyor, doğru düzgün denetim olmadığı için mülteciler kötü koşullarda çalışmak zorunda kalıyor, emek üzerinde yaşanan baskı nedeniyle de emeğin değeri azalıyor, işçiler, çalışanlar yoksullaşıyor. AKP hükümeti bu durumu adeta iş gücümüz üzerinde baskı kurmak için kullanıyor. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına “yerli” diyorlar, sigorta ve asgari ücret talep edildiği için “şımarık” diyorlar ve çalışanları işsizlikle açlık arasında bir parantez içerisine sıkıştırmaya çalışıyorlar. Bu durum da vatandaşlarımız ile göçmenler arasında önemli bir sosyal çatışmaya neden oluyor. Tablonun sürdürülemez olduğu ortada. Vatandaşların yüzde 86’sı mültecilerin kendi vatanlarına dönmesini talep ediyor. Devlet denetim yapmıyorsa, kendi kurallarını uygulatamıyorsa ondan devlet diye bahsedilemez. AKP’nin mültecileri emek sektörüne yönelik bir baskı unsuru olarak görmekten vazgeçmesi, insani ve hukuka uygun bir politika uygulaması gerekiyor. Bunu da bugüne kadar göremedik.
Üçüncü büyük sorun da apaçık ortada. Türkiye Avrupa’nın mülteci ambarı olamaz. Para karşılığı mültecilere sığınma vermek insanlık onuruna aykırı bir politikadır. Yani “Avrupa parasını versin biz burada mültecilere bakalım”dan ibaret bir akılla karşı karşıyayız. Özellikle Suriyeli ve Afgan mülteciler bakımından herkesin sorumluluğu ortada. Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ülkeleri, Rusya ve Çin gibi büyük devletler de sorumluluğu paylaşmak zorunda. Arap ülkeleri bugüne kadar mülteci konusunda çok kapalı bir politika uyguladı.Türkiye’de bugün yaklaşık 4 milyon Suriyeli var. Arap dünyasında Lübnan ve Ürdün dışında doğru düzgün mülteci alan bir ülke yok. Körfez ülkelerinin de bu konuda sorumluluk alması gerekiyor. Afgan Mülteci krizi ile birlikte küresel olarak çok daha tutarlı bir politika sergilenmesine ihtiyaç var. Bütün yükü Türkiye’nin omzuna yükleyen bir anlayış kabul edilemez. Bu manzara karşısında acil olarak üç talebimiz var, tutarlı entegrasyon politikaları, çalışma hayatının düzenlenmesi ve küresel sorumlulukların yerine getirilmesi. Göçmen konusunda insani çözümün tek yolu bunların hepsinin hayata geçmesidir.”