Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Kapalı
11°
Ara
Damga Gazetesi Gündem Yönü Avrupa olan ikinci yüzyıl: Bir kolu Türkistan'da bir kolu Ortadağu'da

Yönü Avrupa olan ikinci yüzyıl: Bir kolu Türkistan'da bir kolu Ortadağu'da

İkinci Yüzyıl Derneği Sözcüsü Melih Morsünbül, derneğin kuruluşunda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun “İkinci Yüzyıl Beyannamesi"nden ilham aldıklarını söyledi. Kılıçdaroğlu'nun “Birinci Yüzyıl’ın” muhasebesini ve özeleştirisi için büyük bir kapı araladığını belirten Morsünbül, "Sayın Kılıçdaroğlu, Cumhuriyetçi-Demokrat bir hedef koydu. Bir kolu Türkistan’da, bir kolu Ortadoğu’da; yönü Avrupa Medeniyeti olan bir İkinci Yüzyıl" açıklamasını yaptı.

Okunma Süresi: 11 dk

İkinci Yüzyıl Derneği Sözcüsü Melih Morsünbül ile ileriki zamanlarda adını sıkça duyacağımız derneğin neden kurulduğunu irdeledik. Morsünbül, geride bırakmaya hazırlandığımız yüzyılın sorunları ışığında Cumhuriyetin yeni yüzyılındaki hedeflerinin “Siyasetçiden gazeteci için, ‘Soru sorma hakkı’, gazeteciden de siyasetçiye aynı haber ve programda ‘cevap hakkını’ savunan, farklılıkları muhafaza ederek yeniden birlikte yaşama iradesine saygı duyan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde Misak-ı Milli ve Bağımsız tek devlet fikrinden taviz vermeden yeni bir ‘yurt ve yurttaş’ kavramını savunan, tüm inançların özgürlüğüne saygı gösteren, cumhuriyetçi, demokrat, demokrasiyi ve cumhuriyeti, adaleti ve demokrasiyi bir birine tercih etmek zorunda kalmayan bir yurt ve yurttaşlık kavramı. Bir kolu Kafkasya’da, bir kolu Ortadoğu’da yönü Avrupa’ya dönük Laik ve Atatürkçü bir dış politika. Kendi bakışları ile BOP değil BAP’çı, zengin, kalkınmış, demokrat, cumhuriyetçi bir Türkiye” olduğunu ifade ediyor.

İsterseniz 100. yıldan başlayalım? Neden 100 değil de İkinci Yüzyıl?

1923 yılında resmen kurulan Türkiye Cumhuriyeti 2023’te 100. yılını doldurmanın onurunu yaşamaya hazırlanıyor. İkinci yüzyılı irdelemeden önce geçmekte olan birinci yüzyıla bakmakta fayda var. 21. yüzyılda kurulan ve daha çok 2. Dünya Savaşı ile ortaya çıkan yapıların aynı yüzyılın sonuna gelmeden parçalanması, haritaların alt üst olması Osmanlı’nın bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti’nde de bir emperyal korku olan ‘yıkılma’ dürtüsünü içten içe besledi. Bu korku yersiz de değildi. 20. yüzyıl bitmeden Sovyetler Birliği yıkıldı, Yugoslavya bölündü, Irak, Suriye, Libya, Mısır alt üst oldu. Fiilen bölünmeler yaşandı. Devletçikler ortaya çıktı. Bu korkunun ötelenmesinde hatta yenilmesine başta merhum Başbakan Bülent Ecevit vesile oldu.

Nasıl?

Bu psikolojik eşik 100. yıl söylemi ile aşıldı. Esasen 100. yılı yaşayıp 101. yıl ile endişe eşiğinin aşılacağını ilk dile getiren lider merhum Başbakan Bülent Ecevit olmuştur. Ardından CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, sonra da Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Tayyip Erdoğan da aynı noktaya vurgu yaptılar. Bu da 100. yılın bir devlet ve toplum politikası, hedefi olarak 83 milyon tarafından benimsenmesine yol açtı.

İkinci Yüzyıl söylemi nasıl ortaya çıktı? Bu ihtiyaç neden doğdu?

CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da 25-26 Temmuz 2020 tarihinde düzenlenen 37. İktidar Kurultayı’nda, “İkinci Yüzyıl Beyannamesi’ ile Türkiye’nin dünyadaki hedefini büyüttü. CHP’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olduğunun bilinciyle, başta mevcut muhalefet, iktidar ve bürokrasi olmak üzere, “Birinci Yüzyıl’ın” muhasebesini ve özeleştirisini yapmaları yolunda büyük bir kapı araladı. Sayın Kılıçdaroğlu, “İkinci Yüzyıl” için de adalet ve demokrasi temelli güçlendirilmiş parlamenter sistemi hâkim kılan, yurt ve yurttaş kavramını öne çıkaran, farklılıkları muhafaza ederek birlikte yaşama iradesini ortaya koyan, emekçi, sanayici, işçi, esnaf, köylü, beyaz yakalı gibi üretimin tüm unsurlarını kapsayan, “Cumhuriyetçi-Demokrat” bir hedef koydu. Bir kolu Türkistan’da, bir kolu Ortadoğu’da; yönü Avrupa Medeniyeti olan bir İkinci Yüzyıl…

Dernek nasıl ortaya çıktı?

Güçlü bir Türkiye için “İkinci Yüzyıl Beyannamesi’ bizim ilham kaynağımız oldu. Sayın Metin Işık’ın başkanlığında kurulan derneğimiz bu yönde tüm inançlara saygılı, demokrat, sosyal adaletçi, cumhuriyetçi, Atatürk ilkelerine bağlı, laikliği savunan bir yapı ile Türkiye Cumhuriyeti’nin nice yüzyıl tarihine iz bırakması için bizler de sorumluluk duygusu ile katkı sunmak için yola çıktık.

Derneği nasıl yaşatacaksınız? Çalışma yönteminiz ne olacak?

Biz kimiz başlığı ile deklere ettiğimiz çalışma şeklimiz şöyle olacak; Ankara merkezli şubesiz kurulduk. Kesinlikle dernek olarak şahıs, kurum ve kuruluşlardan bağış talebinde bulunulmayacak, bu yöndeki teklifleri kabul de etmeyeceğiz. Bizim gibi sorumluluk hisseden üyelerimizle birlikte, kuruluş ilke ve prensiplerimize uygun proje sahipleriyle faaliyetlerimizi uygulayacağız. Dernek yönetimine başvuruda bulunan proje sahiplerinin kendi sponsorlukları ve teknik çalışma ile oluşturdukları önerileri tüzüğümüzde esas olan ilkelere göre yönetimce onaylandıktan sonra kamuoyunun dikkatine ve hizmetine sunacağız. İkinci Yüzyıl Derneği bu projelerin kamuoyunda sahiplenilmesine katkıda bulunacak, medyada yer almasına çalışacak, belgesel ya da yayın haline getirerek bu çalışmaların tarih önünde belge haline gelmesine mütevazı katkıda bulunacak.

Sizce, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2.YY’da ilk önceliği hangi alanlarda olmalı?

İkinci yüzyılda “nasıl bir eğitim sistemi?” konusunun çokça tartışılacağını öngörüyoruz. Özellikle pandemi süreci ile birlikte yeni bir döneme adım atıyoruz. Ne acıdır ki mevcut eğitim sistemi ile bu yeni döneme hazırlıklı olmadığımızı gördük. Başkentte dahi internetin ulaşmadığı kırsal bölgelerle tanıştık. Üstelik hemen hemen her yıl değişen, kök salmayan ve ihtiyaçların çok uzağında bir eğitim sistemi ile hem yeni dönemi hem de ikinci yüzyılımızı karşılıyoruz. Öğretmenlerimiz toplumun liderleri olması gerekiyor. Tarihimizde bu denemeyi Köy Enstitüleri ile yapmıştık. Çok partili döneme geçiş sürecinde; 2. Dünya Savaşı’nın da ardından oluşan iki kutuplu dünya düzeninde bir eksenle özdeşleştirilerek siyaset malzemesi edilmiş ve bu kazanımdan vazgeçmiştik. Şimdi bu yanlıştan dönülmesi gereken bir dönemden geçiyoruz. Köy okullarının yeniden açılarak köy öğretmenlerinin aynı zamanda bulunduğu köyün lideri olmasının yolunu tekrar açmanın tartışılmasını istiyoruz. Türkiye’nin yetişmiş insan kaybını önlemek, geleceğini kurtarmak için acilen bir eğitim reformu yapılması için çaba sarf etmek. Öğretmenlerin “Meslek Kanunu” adı altında özel bir yasa çıkarılarak tıpkı hâkim ve savcı gibi meslek memuru statüsünde olmalarını savunuyoruz.

YENİ BİR GAZETECİ  TANIMI YAPILMALI

Öncelikli konulardan biri de medya. Toplumda artan kutuplaşma, medyayı da kendi mahallelerine hapsetmiş durumda. Bu çıkmazdan ancak taraf gazeteciliğine son vererek çıkabiliriz. Yeni bir gazeteci tanımı yapılmalı, haberci, yazar, yorumcu, uzman gibi sıfatların “gazeteci” başlığı içinde eritilmesinden vazgeçilmeli. Bu bölünmüşlüğün ait olduğu mahalleye ilişkin olumsuz haberleri görmemek, dahası karşı tarafa yönelik iftira niteliğindeki asılsız haberlerin çok rahat şekilde kullanılması söz konusu. Bu nedenle gazeteciliğin olmazsa olmazı, “cevap hakkı” bile yok sayılmaya başlanmıştır. Oysa, “gazeteci”, haberinde, yazısında, yorumunda adı geçen kişinin, aynı haber içinde cevap verme hakkına saygı duymak ve izin vermek zorundadır. Oysa olması gereken cevap hakkının aynı haberde, aynı programın içinde olmasıdır.

EMEKÇİLERE YAPILAN BÜYÜK BİR HAKSIZLIK

Bugün gazetelerin sayfalarından, bilhassa televizyon ekranlarında, gazetecilikle ilgisi bulunmayan yorumcular, uzmanlar eksik olmuyor. Her konuda hem ekonomik krizde hem savaş haritası başında hem de futbol konusunda uzman ya da yorumcu olan bu kişilerin gazeteci olarak adlandırılması, başta bu mesleğin hamalı olan, karda-kızgın güneş altında, gece-gündüz demeden çalışan muhabir ve foto muhabirleri olmak üzere yıllarını vermiş duayen kalem erbaplarına, haberin mutfağında dirsek çürüten emekçilerine yapılan çok büyük bir haksızlıktır. “Yasama, Yürütme ve Yargı… Demokrasinin işlemesi için kuvvetler ayrılığı ilkesinin üç sacayağı… Ve bunları tamamlayan 4. kuvvet medya. Medyanın mahalle başlarını tutan herkese aynı çağrıda bulunacak ve aynı masa etrafından mesleki sorunlarını tartışmaya davet edeceğiz.

BÜROKRASİDE LİYAKATI EGEMEN KILALIM

Türkiye’nin çözülmesi gereken acil sorunlarından birisinin de hayatın her alanında ama özellikle kamuda liyakatin her kademede sağlanmasıdır. Gerekirse tartışmayı tanımdan başlatmalıyız. Devletin sahibi millettir. Siyasilerde millet adına bürokrasiyi denetleyen seçilmişlerdir. Devletin memurunun da hesabı siyasete değil millete, kamuyadır. Önceki yıllarda Sayın Bülent Ecevit bu tartışmanın yapılması gerektiğini, her bir devlet memurunun aslında bir kamu yöneticisi olduğunu ve kamuya bağlı olduğunu belirtmişti. Bu tartışmanın en ince detaya kadar sürdürülmesi gerektiğini savunuyoruz. Liyakatten öte siyasi iktidarlara sadakat unsuru yıllardır göz önünde tutuluyor. Bu da toplumdaki ayrıştırma ve kutuplaştırmayı arttırıp, devlet kurumlarına olan güveni zedeliyor. Hâlbuki devlet yönetiminde, bürokraside liyakatin egemen olması o devletin saygınlığını da artırır. Gelin yıllar içinde birikmiş bu insan hazinesini daha fazla heba etmeyelim ve sadece kamu değil özel sektörde de liyakati görünür kılalım çağrısında bulunuyoruz.

ÇARE GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEM

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’i tartışmaya açalım ve 2023’e bu sistemle girelim. Türkiye’yi uçuracak denilen “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” daha yolun başında çöktü, hızlı karar almak bir yana, yetkiyi tek bir kişide toplayan bu uygulama, ülkenin hızla demokrasiden uzaklaşmasına, ekonominin daha kötüye gitmesine yol açtı. Ülkeyi tek bir kişiye emanet etmenin sakıncaları sadece Türkiye’de değil gelişmiş ve oturmuş demokrasi geleneğine rağmen, tek kişinin yönettiği ABD’de bile tartışılırken, biz neden bu yanlışta ısrar edelim ki? Gelin Atatürk ilke ve inkılaplarından, 2 bin yılı aşkın devlet yönetim tecrübemiz olan tarihi mirasımızdan yola çıkarak, parlamenter sistemi, hatta “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi” ciddi şekilde masaya yatıralım.

Belki eskinin parlamenter sisteminin de birçok eksikliği vardı. Ama eskinin eksikliklerini, yanlışlarını düzeltelim derken daha büyük kaos ortamına girdi Türkiye. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk. Bu nedenle geçmişteki eksiklikleri de göz önüne alarak yeni bir sistem tartışmasını başlatıyoruz. Belki iki aşamalı, senatonun da yapıya eklendiği Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’den bahsediyoruz. Bu sistemin kurul ve mekanizmalarını, her partiden gelecek önerileri tartışmaya açıyor ve tüm toplumdan bu konuda katkı bekliyoruz. Türkiye’nin daha fazla beklemeye, zaman kaybetmeye tahammülü yok. İktidar partisinin içinden bile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden yakınılıyor ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem için arayışları olduğunu takip ediyoruz. Gelin tam demokrasiyi tesis etmek ve ekonomimizi içinde bulunduğu bu girdaptan kurtarmak için bu konudaki çalışmalara hep birlikte katılalım…

YENİ BİR YURTTAŞ VE YURTTAŞLIK TANIMI

Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik buhrandan çıkması için tartışması gereken bir konu da; yeni bir yurttaş ve yurttaşlık tanımı. Cumhuriyetçi – demokrat çizgide buluşup, farklılıkları muhafaza ederek birlikte yaşama iradesini sağlayan, yeni bir merkez-yerel anlayışını hayata geçiren bir reform yapılmalıdır. Geçmişimizi bilelim, başardıklarımızdan gurur duyalım, hatalarımızdan ders alalım. Cumhuriyetçi, demokrat çizgide birleşelim. Demokratik hakları en yüksek düzeyde kullanabilen, refahtan en üst düzeyde pay alabilen, birbiriyle barışık yurttaş kavramını bu güzel ülkeye yerleştirelim. Farklılıkları muhafaza ederek, kimseyi aynileştirmeye çalışmadan, birlikte yaşama iradesini ortaya koyalım. Hep birlikte İkinci Yüzyıl’a, refaha, demokrasiye, medeniyete ulaşalım istiyoruz.

BOP’ÇU DEĞİL BAP’ÇI OLALIM

Komşularıyla sürekli sorun yaşayan bir ülkenin tüm enerjisini ve kaynaklarının önemli bir bölümünü heba ettiğine tanık oluyoruz. Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” şiarını hayata geçirmenin şart olduğu ve bunun için ilk adımın sınır komşularımızla başlaması gerektiği bir dönemden geçmekteyiz. Yıllardır bunun acı tecrübesini de yaşıyoruz. Irak’ta başlayan ve birçok bölgeye yayılan karışıklığın birçok faturası ne acıdır ki milletimizce ödendi ve ödenmeye devam ediyor. İşin en acı kısmı ise bölgemizde gerçekleşen olaylarda hakem ya da görüşü alınan ülke yerine tam tersi taraf görülen söz hakkı alınan ülke konumuna geldik. Ama bölgede yaşanacak en ufak yaprak kımıldamasını dahi en içimizde hisseder olduk.

Kolay olmasa da imkansız değil

Gelin yeniden komşularıyla barış içinde birlikte yaşayan, her ülkenin menfaatinin kollandığı, birbiriyle ticaret yapan bir yapıyı tesis edelim. Buna da Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı’nı (OBİT) kurarak başlayalım. İlk aşamada Türkiye, Suriye, Irak ve İran’ın yer alacağı teşkilatın, Filistin, İsrail, Mısır, Ürdün ve Lübnan ile genişlemesi bölgenin huzur, istikrar ve refahı için şarttır. Uluslararası güçlerin çıkarlarına ters düşeceği için bu projenin hayata geçmesi pek kolay olmasa da imkânsız değildir. Ortadoğu bu sayede kan dökülen bir bölge olmaktan çıkıp bir barış havzası olabilir. Bölgenin zenginlikleri silahlara değil halkın refahını yükseltecek projelere yatırılır. Bu sayede Ortadoğu’ya demokrasi hâkim olur. Yüzyıllardır gözyaşından tebessümü unutan bu bölgenin tek umudu emin olun Türkiye. Bu umudu tekrardan çoğaltmamız ve yeniden yaratmamız gerekiyor. Bu sayede, milyonlar vatansız kalmaz, el kapılarında dilenci durumuna düşmez. Emperyalist güçlere giden doğal kaynakları ve zenginlikleri kendi halkının yararına kullanılabilir. Ortadoğu’daki bu barış girişimiyle beraber, bir kolumuz Kafkaslar’da, bir kolumuz Avrupa’da olmalı. Yönümüzü Avrupa’ya, yüzümüzü Ankara’ya çevrilmeli. Büyük Avrupa Projesi’nin çözüm ortağı diye anılalım, BOP’çu değil BAP’çı olalım.

Bu söyleşi Gazete Pencere'den alınmıştır.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *