AK Parti ve MHP’nin oyları ile TBMM Genel Kurulunda kabul edilen sosyal medyaya yönelik değişiklikler öngören Kanun, sosyal medyada ifade özgürlüğüne yönelik büyük bir tehdittir. Hızla meclisten geçirilen değişiklikler, giderek hayatın her alanını kuşatan yasakçı anlayışın ve iktidarın topluma dayattığı kısıtlamaların son örneğidir.
Bilindiği üzere, televizyon ve gazeteler iktidarın ya doğrudan kontrolünde ya da yoğun baskısı altındadır. Düzenleme ile iktidar bir adım daha ileri giderek; sosyal medyayı ve dijital yayıncılığı da kendi tekeline almak istemektedir. Bağımsız medyanın temelsiz yargılamalarla ve otosansürle tamamen susturulmaya çalışıldığı bir ortamda böylesi bir değişiklik ifade özgürlüğünü ciddi şekilde zedeleyecektir.
Kanun değişikliğinin iki ana amacı vardır: Sosyal medya platformlarına yeni zorunluluklar getirmek ve internette sansürün daha etkili yapılmasının önünü açmak.
Kanun ile günde bir milyondan fazla erişim sağlanan sosyal medya platformlarına Türkiye’de yasal temsilci bulundurma zorunluluğu getirilmiştir. Bu zorunluluğa uymayan platformlara idari para cezası, akabinde reklam yasağı getirilmesi öngörülmektedir. Bu şartları yerine getirip halen temsilci atanmazsa bant erişimi yüzde 90’a kadar daraltılacak ki bu da fiiliyatta o platformlara girilememesine neden olacaktır. Ayrıca platformların bu otoriter baskı nedeniyle ülkeden çekilme ihtimali de ülkemiz için utanç vericidir.
Öte yandan Kanun ile sosyal medya platformlarının kullanıcı verilerini Türkiye’de depolaması zorunluluğu getirilmektedir. Böylece iktidarı eleştiren, yaygın yolsuzlukları, hukuksuzlukları ve kötü yönetimi ifade eden tüm sosyal medya kullanıcılarının kimlikleri doğrudan öğrenilebilecektir. Bu durum internette içerik üreten ya da paylaşan vatandaşlarımızın, kolayca tespit edilerek, gözaltına alınmalarına ve yargılanmalarına yol açacaktır.
Diğer taraftan zaten halihazırdaki kanunda ayrıntılı olarak düzenlenmiş sınırlamalar daha da artırılmaktadır. Değişiklik gereğince, platformların vatandaşların kişilik hakları ihlali ve özel hayatın gizliliği ile ilgili taleplerini 48 saat içinde karara bağlamak zorunda olmaları devlet organları dışında sosyal medya platformlarının da doğrudan ifade özgürlüğü kısıtlaması anlamına gelmektedir. Platformların doğrudan sansüre yetkili tutulması hukuken kabul edilemez.
Genel Kurulda kabul edilen kanun ile sosyal medya platformları, öngörülen çok ağır cezalar karşısında riske girmemek için aslında suç olmayan birçok içeriği silme veya kaldırma yolunu tercih edecektir. Böylesi bir yaptırım, sosyal medyanın kullanılamaz hale gelmesi anlamına gelir. İktidarın hedefinin kişilik hakları veya özel hayatın gizliliği olmadığı açıktır. İktidar sosyal medyayı da iktidar gazete ve televizyonlarına benzetmeye çalışmaktadır.
Kanunun mevcut hali, Avrupa Birliği standartları ile zaten uyumlu değildir. Üstüne bir de kuvvetler ayrılığının bulunmadığı ve yargının özellikle de sulh ceza hakimliklerinin siyasetin bir sansür mekanizması olduğu ülkemizde, değişikliğin Türkiye’yi uluslararası standartlardan daha da uzaklaştıracağı açıktır. Ayrıca milletimizin yeni dünyanın fırsatlarını ıskalamasına da yol açacaktır.
Dünyada artan sosyal medya kullanımı ile internet suçları (nefret söylemleri, hakaret, tehdit vb.) da artış göstermiştir.
Bu suçlarla mücadele kapsamında birçok ülke yasal düzenlemeler hazırlamış yahut kamuoyu nezdinde tartışmaya açmıştır. Ancak bu alandaki düzenlemelerin basın, ifade ve düşünce özgürlüğünü kısıtlamasına izin vermeksizin suistimallere yol açmadan güvenlik ve özgürlük dengesinin sağlanması gerekir. Unutulmamalıdır ki, otoriter yönetimler her alanda olduğu gibi sosyal medyayı da kontrol ve düzenleme eğilimindedir.
Kanuni değişiklikler yapmanın doğru yolu, Meclis’ten hızla yasakçı kanunlar geçirmek değildir. Türkiye’deki tüm paydaşlar tarafından müzakere edilmeli, en başarılı ülke mevzuatları derinlemesine incelenmeli ve ülkemiz uluslararası platformlarda kürsü sahibi olarak çözümün oluşmasına katkı sağlamalıdır.
İktidarın toplumu, medyayı ve son olarak da sosyal medyayı tek tipleştirmesi demokratik toplumun gereklerine uygun, çoğulcu ve özgürlükçü Türkiye idealinden hepimizi uzaklaştırmaktadır. Bu minvalde Genel Kurul’da kabul edilen kanunun, TBMM’de tekrar tartışılmak üzere Cumhurbaşkanı tarafından meclise geri gönderilmesi gerektiğinin altını çizmek isterim.