Türk Tabipleri Birliği (TTB), “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” kapsamında 2011 yılında kapatılan Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün bağımsız bir kurum kimliğiyle yeniden açılması ve aşıda dışa bağımlılığın yerine yeniden toplumsal bir aşı politikasının belirlenmesi amacıyla 6 Ocak 2021 tarihinde çevrimiçi bir basın toplantısı düzenledi.
Toplantıya TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, II. Başkanı Doç. Dr. Ali İhsan Ökten, Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut ve Merkez Konsey üyesi Doç. Dr. Deniz Erdoğdu ile tabip odalarının yöneticileri katıldı.
Açılış konuşmasını yapan Dr. Şebnem Korur Fincancı hükûmetin salgın politikasına bağlı yaşanan sorunların aşılar ile birlikte daha da yakıcı hale geldiğini, şeffaflıktan yoksun hareket edilmesinin toplumdaki tereddüdü arttırdığını söyledi. Korur Fincancı, “Zamanında aşıları üreten ve ürettiği aşıları dünyaya ulaştıran bir ülkeden bugün aşı üretimi konusunda soru işaretleriyle dolu bir ülkeye gelmiş durumdayız” dedi.
TTB Merkez Konseyi adına Dr. Ali İhsan Ökten’in basın açıklamasını okuması sonrası tabip odalarının yöneticileri söz aldı. Yapılan konuşmalarda da iktidarın salgın yönetimindeki başarısızlığının doğurduğu sorunlar dile getirilirken; etkili, güvenli ve nitelikli bir aşının ücretsiz ve erişilebilir olması gerektiğinin altı bir kez daha çizildi.
Açıklamada, "Refik Saydam Hıfzıssıhha Müessesesi, 27 Mayıs 1928 tarihinde, savaştan yeni çıkan Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan halkların sağlığının korunması amacıyla temel laboratuvar hizmetlerini yürütmek için kurulmuştur. Kurulduğu tarihte geçerli olan 1267 sayılı yasa tasarısı uyarınca Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na bağlanmış, kurumun yetki ve sorumlulukları gelişen ihtiyaçlar karşısında yıllar içinde değiştirilmiştir. Müessesenin ismi 14 Aralık 1983’te 'Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı' olarak değiştirilmiş ve Sağlık Bakanlığı’na bağlı kuruluş haline getirilmiştir. Enstitü 1930’lu yıllardan itibaren aşı üretme konusunda çok başarılı çalışmalar yapmış ve yıllarca ülkemiz aşı ihtiyacını dış sermayeye bağlı kalmadan sağlamıştır. Kuruluşundan itibaren toplumu kıran bulaşıcı hastalıklarla çok başarılı bir mücadele yürütmüştür. BCG, kuduz, çiçek, Tifüs, Boğmaca, influenza virüsü, Newcastle virüsü aşıları, serum, akrep, yılan sokmalarına ve gazlı kangren anti serumları, Fibrinojen, albumin ve gamma globulin üretmiştir. Enstitüde en son 1987 yılında AIDS Araştırma Merkezi kurulmuştur." denildi.
Açıklamada, "Ancak iktidarın 2002 yılından itibaren uyguladığı 'Sağlıkta Dönüşüm Projesi'nin sağlıkta yıkıcı etkisinin sonucu olarak, 100 yıldan daha fazla tarihi geçmişleri olan Ankara ve İstanbul’da eğitim veren ve toplumun sağlığına hizmet eden köklü hastaneler, şehir-şirket hastanelerinin rantı uğruna kapatılmıştır. Sağlıkta Dönüşüm Projesi sadece hekim ve hastaneleri olumsuz etkilememiş, aynı zamanda koruyucu sağlık hizmetlerinin de büyük oranda ortadan kalkmasına neden olmuştur. Bu olumsuzluklardan birisi de süreçte atıl hale getirilen Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün 2011 yılında tümüyle ortadan kaldırılmasıdır. Bunun sonucu olarak toplumsal aşı politikamız ve aşı üretimimiz büyük ölçüde ortadan kalkmış, tamamen dışa bağımlı bir duruma dönüşmüştür." görüşü savunuldu.
Açıklamada, "Bütçeden koruyucu sağlık hizmetlerine hiçbir dönem ayrılmayan para, ne yazık ki pandemi sürecinde de ayrılmamış, 2021 yılı Sağlık Bakanlığı bütçesinin 3/4’ü tedavi hizmetlerine ayrılırken yalnızca 1/4’ü koruyucu sağlık hizmetlerine ayrılmıştır. Genel bütçeden ise koruyucu sağlık hizmetlerine ayrılan pay geçen yıllarda olduğu gibi yüzde 1,2 civarındadır. Yine Sağlık Bakanlığı 2021 yılı bütçesinde aşı ve aşı çalışmalarına ayrı bir bütçe ayrılmamıştır. Pandemi sürecinin yönetilemediği açıktır. Şimdi aynı sorun aşıda yaşanmaktadır." ifadesi kullanıldı.
Açıklamada şunlar kaydedildi:
"Sağlık Bakanlığı tarafından sadece tek bir firma ile anlaşma yapılmış, getirileceği iddia edilen 50 milyon aşı sadece 25 milyon vatandaşımız için yeterli olacakken, bu miktarda aşının gelip gelmeyeceği ve gelirse kalan 58 milyon vatandaşımızın aşı olup olmayacağı veya nasıl olacağı da belli değildir. Dünyada birçok ülke farklı firmalardan ve nüfuslarından daha fazla aşı temin etmişken Türkiye aşı temin eden ülkeler arasında ne yazık ki 53. sıradadır. Bu durumun ileride aşı karaborsası oluşturma riski de mevcuttur. Tüm bunların önüne geçilebilmesi için aşı konusunda tam şeffaf bir politika izlenmelidir."
Sağlık Bakanlığı sorularımıza şeffaflıkla yanıt vermelidir:
Aşı firmaları ile yapılan anlaşmalar basınla ve toplumla paylaşılacak mıdır?Aşılar doğrudan firmadan mı alınmıştır, yoksa aracı firma var mıdır? Aşılar kaç parti halinde, ne zaman gelecektir? Aşıların geliş aralıkları ne kadar sürededir? Aşılar ne zaman yapılmaya başlanacaktır? Aşıların kimlere ne zaman yapılacağı programı var mıdır? Aşıların saklanması için yeterli hazırlıklar yapılmış mıdır? Aşıların dağıtımı nasıl yapılacaktır? Aşı merkezleri kurulacak mıdır? Günlük ne kadar doz aşılama yapılacaktır? Aşılar nerelerde yapılacaktır? Aşılar gelinceye kadar saklanma koşulları Çin Sağlık Bakanlığı veya ülkemiz Sağlık Bakanlığı tarafından mı sağlanacaktır?
Tüm bu soruların sorunlar yumağı oluşturduğunu biliyoruz. Pandemide yaşadığımız bu zorlukları bir daha yaşamamak için yabancı sermayeye bağımlı olmadan kendi aşımızı kendimiz üretebilmeliyiz. Çünkü dünya tarihi aynı zamanda salgın hastalık tarihidir. Önümüzdeki yıllarda kapitalizmin ve ülke yönetimlerinin salgın hastalıklardan ders çıkarmayacağı bugüne kadar gelinen noktada aşikâr bir sonuçtur. Dünyada biyolojik ve ekolojik tahribatın önü alınmadığı sürece salgınlar devam edecektir. Bu salgınlardan korunmak için toplumcu, kamusal koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik vermek bir zorunluluk halidir. Koruyucu sağlık ve her şeye rağmen sağlıklı bir gelecek için aşı önceliğimiz olmalıdır. Bunun için de somut bir aşı politikamızın olması ve kendi aşımızı üretmemiz birer zorunluluktur. Tüm bu gerekçelerle ülkemizin yıllarca aşı ihtiyacını karşılamış olan Refik Saydam Hıfzıssıhha Kurumu gerekli donanım sağlanarak tekrar açılmalıdır."