ANIL BODUÇ- TMMOB Makina Mühendisleri Odası yaptığı açıklamayla iktidar yetkililerinin bugüne kadar önlenebilir iş kazaları ve iş cinayetlerini hep fıtrat, kader, işin doğasında var gibi açıklamalarla doğallaştırdığını ve sorumluları koruduğunu belirtti. TMMOB Makina Mühendisleri Odası Başkanı Yunus Yener imzasıyla yapılan açıklamada “İş inayetleri rejimi değişmeli, işçi sağlığı-iş güvenliği ve tüm çalışma yaşamı mevzuatı kamuculuk ve sosyal devlet ilkeleri temelinde yeniden düzenlenmelidir. Geleceği bilinen, göz göre göre gelen, önlenebilir ölümler kaza değil cinayettir dedik; kongreler, sempozyumlar, seminerler, söyleşilerde haykırdık, sesimiz duyulmak istenmedi. Fakat Antalya’daki teleferik kabini düşmesi ve ondan önce İstanbul Gayrettepe’de meydana gelen yangın dolayısıyla ilk defa cinayet sözcüğü telaffuz edildi. Cumhurbaşkanı, ‘Hem Antalya hem de Beşiktaş’taki cinayetlerin faillerinin yargıya hesap vermesi için üzerimize düşeni yapacağımızın bilinmesini özellikle istiyorum’ dedi. 22 yıllık icraatın ışığında bu sözlerin, iktidar pragmatizminin yeni bir örneği olduğunu söyleyebiliriz. Gerçeklikte ise hemen her gün 5 işçinin, 2003-2024 döneminde iş cinayetlerinde 32 binden fazla işçinin hayatını kaybettiği gözetildiğinde, ülkemizde bir iş cinayetleri rejimi olduğunu söylemek pekâlâ mümkündür” denildi.
İş kazası sonucu ölümler arttı
2012 yılında çıkarılan 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun TBMM’de görüşülmesi sırasında ve yasalaşmasından sonraki bilgilendirme toplantılarında yetkililerin, sürekli olarak ‘yasadan sonra iş kazaları ve meslek hastalıklarında azalma olacağını’ söylediği hatırlatılarak, “ Oysa resmî istatistikler gösteriyor ki, 2012 yılından bu yana iş kazası sayıları ve iş kazası sonucu ölümlerde azalma bir yana, hep artış olmuştur. Bu artışlar sermayenin azami kâr hırsı ve iktidarın sermayeyi destekleme politikalarından kaynaklanmaktadır. İş kazaları ve iş cinayetlerindeki artışların ana nedenleri neoliberal dönemdeki serbestleştirme-özelleştirme, sendikasızlaştırma, esnek-güvencesiz çalışma, kayıt dışı istihdam, çalışma koşullarının ağırlığı, kamu yararı ve kamusal denetimin tasfiyesi ve asıl sorumlulara caydırıcı ceza uygulanmamasıdır” ifadelerine yer verildi.
Neler talep ediyorlar?
Sağlıklı ve güvenlikli bir ortamda çalışmak her çalışanın hakkıdır. İSİG’in sağlanması öncelikle devletin ve işverenin görevidir.
İSİG hizmetlerinin piyasalaştırılması, yaşanan sorunların temel kaynaklarındandır. İş yerlerine verilecek İSİG hizmetleri, bir kamu hizmeti olarak ele alınmalıdır.
İSİG ile ilgili politikaların oluşturulması, kararların alınması ve işyerlerinde denetim, diğer sosyal tarafların görüşleri önemsemeden tek başına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (ÇSGB) tarafından yapılmaktadır. Ancak mevcut durum gösteriyor ki doğru kararlar alınmamakta, istenen uygulamalar hayata geçirilememektedir. ÇSGB’nin bu konularda tek yetkili olması ölümlerin, sakat kalmaların başlıca nedenleri arasındadır. Sendikalar, Üniversiteler, TMMOB, TTB, ÇSGB ve Sağlık Bakanlığı’nın katılımı ile idari ve mali yönden bağımsız, çoğunluğunu emek örgütlerinin oluşturduğu ulusal bir enstitü oluşturulmalıdır. Enstitü politika oluşturan, kararlar alan, mevzuat oluşturan, iş yerlerini denetleyen, iş güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri ve sağlık personelinin eğitimlerini veren, sicillerini tutan yetkilere sahip bir yapıda olmalıdır.
Esnek çalışmayı, işveren çıkarlarını esas alan 4857 sayılı İş Kanunu, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu başta olmak üzere çalışma yaşamı ve sağlığa ilişkin tüm mevzuat iptal edilerek, yeni ve çalışanlar lehine bir mevzuat, oluşturulacak olan Ulusal İşçi Sağlığı Güvenliği Enstitüsü/Kurulu önerileri doğrultusunda hazırlanmalıdır.