2020 felaketler senesi olur da, IŞİD’siz olur mu? Olmaz! Olmuyor da! Senenin hemen başında İran Devrim Muhafızları IRGC komutanı Kasım Süleymani, Bağdat havaalanı park alanında ABD tarafından düzenlenen bir suikastla öldürülmüş, dünya yeni seneye “olası yeni dünya savaşı” olasılığını tartışarak girmişti. Suikastın hemen ardından MİSAK’ta yayımlanan raporumda İran’ın intikam şeklinin doğrudan savaş olmadığını, daha farklı asimetrik savaş metotları ile bunu yapacağını ve ortaya çıkacak kaosta IŞİD’in hücrelerini uyandırabileceğini öngörmüştüm. Elbette İran, ABD ve müttefikleri tarafından etrafı bir sürü üsle sarılmışken onlar gibi her kıtada bu operasyonları yürütecek manevra ve taktik kabiliyete sahip değil ancak hemen yanı başındaki Irak ve Suriye’de bunu “bilindik metotlarıyla” yapmaya başladı bile diyebiliriz.
Kongre Araştırma Merkezi, ABD Merkez Komutanlığı, Amerikan Bilim Adamları Federasyonu ve Savunma Bakanlığı kaynaklı verilere göre ABD’nin İran’ı çevreleyen üsleri ve burada bulundurduğu asker sayıları. ABD donanması ve uydu teknolojilerindeki üstünlüğü bu haritada vurgulanmamış bile. İncirlik ve Katar’da nükleer başlıklı silah taşıyabilen silahları ve bu silahların varlığını da ekleyelim. Yani İran, kendi coğrafyasında çok rahat değil. İşte bu taktik ve teknolojik üstünlük, İran’ı asimetrik harp metotlarını uygulama mecburiyetine itiyor. Kasım Süleymani ile bu şekilde rakibine defalarca diz çöktüren İran, onun yokluğunda da aynı yolu izliyor gibi.
IŞİD, 2019 sonbaharından bu yana saldırılarını dozunu artırarak sürdürüyor. Haber bültenlerine pek yansımasa da, Afganistan, Nijerya, Mali, Burkina Faso, Maldivler, Tunus, Libya, Mozambik, Çad, Filipinler, Irak gibi yerlerde son 6 ay içerisinde 1000’e yakın sivil ve güvenlik güçlerinin hayatını kaybettiği saldırılar düzenleyen örgüt, 2020 yaz aylarında zirve yapacak gibi görünüyor. Örgütün bilhassa Afganistan ve Afrika’daki yükselişi ürkütücü ama Hilafetin merkezi saydığı Irak’ta işler bir hayli karmaşık.
Daha önce faal olmadığı Mozambik gibi ülkelerde de ortaya çıkan IŞİD, öyle görünüyor ki alışılageldiğin aksine artık bu coğrafyada eylemleri doğrudan üstleniyor. El Şebab, Boko Haram gibi yerel partnerlerin yaptığı saldırılarda geri planda “varlığını beyan” etmesine alıştığımız örgüt 2019’da öldürülen eski lideri Bağdadi’nin son videosundaki mesajlarını harfiyen uygulamaya başlamış dersek yanlış bir varsayım olmaz.
Geçen sene ağır ekonomik buhran sebebiyle toplumsal patlamaların olduğu ve artık fiilen tek parça olarak göremeyeceğimiz Irak’ta bu ekonomik krize bir de Süleymani suikastı ile ortaya çıkan ABD – İran gerilimi ve üstüne virüs salgını eklenince IŞİD, aradığı zemini buldu. Kerkük, Anbar, Tuzhurmatu, Süleymaniye, Tikrit gibi yerlerde eylemleriyle sahaya geri dönen örgütün son dönemlerdeki bir eyleminde göze çarpan “İran izleri” ise oldukça dikkate değer!
12 Nisan’da Al Mayadeen adlı haber sitesinde, Türkmen kentlerinden Kerkük’ün Güneybatısındaki Mansuriye kasabasına IŞİD saldırısı haberine rastladım. Yine aynı gün İran’dan yayın yapan Al Nujaba adlı haber sitesine açıklamalarda bulunan İran milis gücü Haşd-i Şâbi kumandanlarından Mohammad al-Ubeydi, IŞİD’in Selahaddin ve Diyala illerinde yeniden harekete geçtiğini duyuruyordu.
“Bağımsız silah araştırmacısı” ve yasal silah satan İngiliz bir firmaya ait sosyal medya hesabı, IŞİD’in bu saldırıda kullandığı mühimmatın görüntülerini paylaştı. Calibre Obscura adlı hesap, Mansuriye’ye düzenlenen saldırıda örgüt militanlarının kullandığı AZ 111 A2 fünyeli 81mm çaplı havan mermilerine dikkat çekiyordu. Bu mühimmatı incelediğimizde karşımıza doğrudan İran çıkıyor! 2009 senesinde İsrail Savunma Güçleri (IDF) bir gemide 9.000 adet 81 ve 120mm çaplarında havan mermisi ele geçirmiş ve bunun İran Mühimmat Endüstrisi tarafından geliştirildiğini duyurmuştu.
2009 Kasım ayında İsrail’in el koyduğu gemide bulunan AZ111A2 fünyeli M91 havan mermilerinin İsrail ordusu tarafından servis edilen fotoğrafı. Bilindiği üzere 2009 senesinden bu yana İran bu havan mermilerini kendi ordusu için imal ediyor. (https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Flickr_-_Israel_Defense_Forces_-_Fuses_Directly_Tie_Shipment_to_Iran.jpg)
Peki, kabul edelim ki Irak’ta İran mühimmatlarına ulaşmak pek zor değil. Sahada silahlanmak isteyen ve hazır dolarları bulunan bir örgütün ulaşacağı kaynaklar arasında doğal olarak İran bağlantılılar olduğu için IŞİD’in İran yapımı havan mermisi kullanması doğrudan İran, IŞİD’e destek oluyor tezini doğurmaz. Ancak söz konusu mühimmat öyle pek de açık silah pazarlarına düşecek bir mühimmat değil. Dahası, IŞİD’den ele geçirilen mühimmatların üzerinde de bunların İran ordusu envanterine 2009 senesinde girdiği anlaşılıyor. Yani, söz konusu havan mermileri, üzerinde seri numarası olmadan, korsan pazara düşmüş değil!
IŞİD’in Kerkük’te bir Şii toplantısını hedef aldığı havan topu saldırısından basına sızan kareler. Yayınlayan kuruluş Irak devlet televizyonu olduğu söyleniyor. Önemli bir detay; IŞİD bu saldırıda kimseyi öldürmedi. Bu beceriksizlik değil, IŞİD’in propagandası diyebiliriz zira söz konusu mesafeden ıskalaması ya da havan topunu ateşlerken böylesine kameralara poz vermesi pek de mümkün değil. Bu bir “biz geri döndük” mesajı! Örgüt, belli konularda “rahatlamış olmasaydı” böylesine aleni bir gösteri düzenlemezdi!
Yine örgütün kendi sızdırdığı görüntülerde AZ111A2 fünyeli 81mm havan mermileri. Bu mühimmat İran tarafından 2009’dan bu yana kendi ordusu için üretiliyor.
2009 Nisan ayında çekilmiş bir kare. 81mm AZ111A2 fünyeli havan mermisi. Arka plandaki ambalajlar İran’ın dünyaca ünlü petrokimya firması NPC’ye ait polietilen paketleri. Ele geçirilen geminin kargo manifestosunda muhtemelen NPC üretimi bu polietilen yükü vardı ve gizli bölmelerinde havan mermileri.
Peki, örgüt İran envanterine kayıtlı ve İran’ın kendi ordusu için “özel amaçlara hizmet” maksadıyla ürettiği bu havan mermilerine nasıl erişim sağladı? IŞİD, 2010-2016 yılları arasında ABD’nin Irak ordusuna hibe ettiği ABD yapımı silahları da ele geçirip kullanmıştı. Ancak bunlar, IŞİD’in Irak ordusunu yenilgiye uğratıp yağmaladığı silahlardı. Olasılık olarak örgüt bu silahları İran destekli Haşd-î Şâbi milislerinden ele geçirilmiş de olabilir. Ancak, böyle olsaydı İran bağlantılı milis güçleri ve İran mutlaka böyle bir çatışmayı duyurur ve bu mühimmatın IŞİD tarafından ele geçirildiğini, özellikle mühimmat tipini açık etmese de bildirirdi. Onlar yapmasa, kendi haber ağında örgüt bunu duyurup görselleriyle bu “ganimetleri” ifşa ederdi. IŞİD’in şu an Haşd-î Şâbi’yi açık bir arazi çatışması veya baskında yenilgiye uğratıp teçhizatını yağmalayacak bir gücü olmadığı gibi bu tip açık çatışma stratejisi de yok.
Geriye, söz konusu mühimmatın IŞİD’e İran tarafından verildiği olasılığı ortaya çıkıyor. Peki, IŞİD bu detayı neden basına sızdırmış olabilir? Cevap basit; bölgedeki çatışma ortamını ve güvensizliği artırmak için. Çatıştığı Haşd-î Şâbi, Mehdi Ordusu gibi İran destekli gruplara “bakın, sizin haminizle de ilişkideyim” mesajı vermek için! Yani bir taşta, çok kuş! 2003’den itibaren Kasım Süleymani nasıl Şii düşmanı, IŞİD’in babası Zerkavi ile periyodik görüşüp ABD aleyhinde onu desteklediyse bugün IRGC aynı şeyi sürdürüyor! Temel ideolojisinde coğrafyaları “Dar’ûl Harp ve Dar’ûl İslâm” diye ayıran ve “Dar’ûl Harp coğrafyasında” kutlu amaçları için her şeyi mubah sayan bir örgütün ABD ve İran’la kendi menfaatine olacak her konuda işbirliği yapması pek de yadsınacak bir şey değil. Diğer bir soru; İran, IŞİD’in bu sebeplerle kendisini açık edeceğini hesaplamadan verir mi? Cevap; evet, verir. Zira buna açık bir ispat olmadığı gibi, yanıltıcı ve karmaşık istihbarat oyunlarını ustalıkla ifa eden İran, aslında planlarını belli bir merhaleye geldikten sonra küçük ipuçları ile açık etmekten zaten hiç kaçınmadı! Bölgedeki rakiplerine, bölgenin tüm etkin gruplarıyla “gereken her seviyede” işbirliği içinde olabileceği mesajını vermenin İran açısından bir sakıncası olmayacağı gibi, bambaşka bir planı örtmek için de bunu yapıyor olma olasılığı yüksek!
IŞİD küresel temelde harekete mi geçti?
Bağdadi son videosunda üzerinde taktik yelek ve Bin Ladin, Zerkavi gibi efsane(!) isimlerin vazgeçilmezi AK-47u ile göründü. Kınalı sakalı ve diğer örgüt üyelerinin yüzlerinin gizlenmesi de dikkat çeken diğer detaylardı. Bağdadi artık cübbesiyle fetva vermiyor, doğrudan “savaşarak kendini kurban vermeye hazır” savaşçı görünümüyle örgüt üyelerine sesleniyordu. Bağdadi, Bin Ladin ve Zerkavi’den farklı olarak örgütü yönlendiren Halife, rûhani lider imajı çiziyordu. Bu son görüntüsü sonrası öldürülmesi ve bu videodaki “ödevlerinin” örgüt tarafından bugün hayata geçiriliyor olması tesadüf değil! Ebubekir el Bağdadi’nin son videosunda kendisine sunulan ve kameranın özellikle odaklandığı “Vilayet-i Türkiye” dosyası. Daha önceki propaganda videolarında Türkiye’yi bir bütün olarak görmeyip 3 ayrı bölge şeklinde tanımlayan örgüt, bu videoda anlaşıldığı üzere Türkiye’yi mevcut sınırları ile tek bir Hilafet vilayeti olarak görüyor.
Ebubekir el Bağdadi’nin Türkiye’yi sözde Hilafetlerine bağlı bir vilayet olarak tanımlamasının ardından örgütün Türkiye’deki mensupları aylarca süren paylaşımlarında Bağdadi’ye destek mesajları vermişti. Anlaşılan o ki, örgütün Türkiye’deki hücrelerini yönetenler bunu organize etmişlerdi. Elbette bu mesajları yayınlayanlar hızlı bir biçimde emniyet tarafından yakalandı. Örgütün bu kişilerin derhal yakalanacağını bilerek paylaşımları organize etmesi, Türkiye’de köklü ve sofistike hücre yapılanmasına oldukça güvendiği ve bir şeylere hazır olduklarının bir işareti olarak yorumlanabilir. Nitekim Bağdadi de, videodaki söyleminde hedef aldığı bölgelerde tam da bu yapılanma ile Hilafeti yaşatacaklarını beyan ediyordu!
Ebubekir el Bağdadi ölmeden birkaç ay önce, son görülmesinden aylar sonra 2019 Nisanında bir propaganda videosu ile ortaya çıkmıştı. Videonun en fazla konuşulan kısmı ise Bağdadi’nin elindeki dosyalardaki “vilayet” terimleriydi. Söz konusu videoda Ebubekir el Bağdadi örgüte Suriye ve Irak’ın Hilafetin merkezi olduğunu ve bu “vilayetlerin” önemini hatırlattıktan sonra Irak-Şam, Horasan, Yemen, Batı Afrika, Tunus, Libya, Sina, Somali, Kafkasya ve Orta Afrika gibi yerleri Hilafet’in vilayetleri olarak lanse ediyordu. Söz konusu videoda esas dikkat çeken taraf ise Bağdadi’nin genelde alışık olduğumuz cübbe ve sarıklı görüntüsü yerine bin Ladin ve Zerkavi’nin de tercih ettiği taktik yelek AK-47u model tüfekle görüntü vermesiydi. Bu, “Emir’ül Müminin” yani “Müminlerin Emiri” Bağdadi’nin artık savaşçı Bağdadi’ye dönüşmesi ve örgütün Hilafet iddiasını geleneksel vur kaç taktikleri ile sürdüreceğine işaretti. Görüntülerdeki diğer bir çarpıcı detay ise Bağdadi’ye yardımcılarından birinin sunduğu ve üzerinde Arapça “Vilayet-i Türkiye” yazan dosyaydı. Videonun yayınlanmasının hemen ardından Türkiye’nin bir çok yerinden örgüt üyeleri Bağdadi’ye biat ettiklerini ve hazır olduklarını vurgulayan görsel ve mesajlar göndermeye başladılar.
İran’ı hafife almanın bedelini ABD ağır ödemişti
IŞİD’in doğuşu yazı dizimizde İran’ın, IŞİD’in doğuşunda nasıl etkin bir rol oynadığını gözler önüne sermiştik. Bush ve Blair, Irak’ı işgal için meşru sebep ararken İran’la sıra dışı bir işbirliği yapmışlardı. Saddam’dan intikam almak isteyen IRGC, Herat’ta ABD bombardımanında yaralanan aşırı mezhepçi Selefi Zerkavi’yi önce İran’da tedavi etmiş, ardından Kuzey Irak’ta faal olan Kürt Selefi lider Molla Krekar’ın Ensar el İslam örgütüne paketleyip göndermişti. Afganistan’da kimyasal silah üretimi eğitimleri almış ve doğrudan üyesi olmamakla birlikte El Kaide kamplarında konuşlu Tevhit ve Cihat Medresesi örgütünün lideri Zerkavi’nin, Krekar’ın örgütüne katılmasını organize etmişti. Bunlar, Kasım Süleymani imzalı istihbarat operasyonlarıydı ve hem ABD ile müttefikleri hem de İran’ın oldukça işine gelmişti o dönemde.
Molla Krekar, o senenin yaz aylarında İran’da, Zerkavi’yi İran’a kaçıran El Kaide yöneticilerinden Gülbeddin Hikmetyar ile görüşmek üzere İran’a geçtiğinde İran istihbaratı Krekar’ı tutuklayarak gıyabında yakalama kararı olan Norveç’e paketlemişti. Krekar’ın Norveç mahkemelerinde “El Kaide bağlantılı Zerkavi’nin varlığı ve kimyasal silah üretme girişimleri” itirafları ABD ve İngiltere’ye, Irak işgalini başlatmak için İran’ın hediyesi olarak meşru sebepleri sunmuştu.
Bu sıra dışı İran – ABD istihbarat işbirliği sonrası kaosa teslim olan Irak’ta, İran’ın oyunları bitmedi. Kasım Süleymani’nin ilmek ilmek ördüğü ağlara ilk olarak Irak Geçici Hükümet Konseyinin başına atanan Paul Bremer düştü. Sünni nüfusu ağır tahakküm altına alan, onları kriminalize eden ve Ebu Gureyb Skandalı ile kariyeri biten Bremer ve ABD’nin büyüttüğü öfke, haksızlığa uğrayan Sünnileri Krekar’ın örgütünü ele geçirip hızla büyüyen Zerkavi’nin Tevhit ve Cihat Örgütüne bir “insan kaynağı” haline getirmişti. Onu ABD işgalinden kurtuluşun önderi olarak görerek Zerkavi’ye katılan Sünniler ve Zerkavi’nin sürekli hedef almasıyla korumasız kalan Şiiler arasında çatışmalar modern tarihin en kanlı iç savaşlarından birine dönüşmüştü Irak’ta. ABD tamamen Zerkavi’yle savaşa odaklandığı sırada aniden ortaya çıkan İran’ın bölgedeki güçlü müttefiki Mukteda es-Sadr’ın Mehdi Ordusu, iç savaşta büyük kayıplar yaşayan Şii nüfusu temsilen ABD ve Zerkavi’ye aynı anda savaş ilan ettiğinde ABD çaresiz kalıp Sadr’ın “tarafsızlığını” 300 milyon dolara satın almıştı!
Irak’ın işgali için Bush ve Blair’in aradığı meşru sebebi elleriyle yaratarak en büyük katkıyı sağlayan İran, azılı düşmanı Saddam’ı diğer azılı düşmanı ABD’ye yok ettirirken o dönem Sadr üzerinden Irak’ta hiç olmadığı kadar güç ve etki sahibi olup, Sadr’ın Mehdi Ordusu milis gücünü yine azılı düşmanı ABD’ye finanse ettirmişti. ABD, odaklandığı petrol sahalarını ele geçirirken İran da Irak’taki hedeflerinden pek de geri kalmadı!
Zerkavi’nin Tevhit ve Cihat Medresesi, Tevhit ve Cihat Örgütüne, sonra Irak El Kaidesine ve öldürülmeden 1 sene kadar önce de İslam Şûra Konseyine ve bu da nihayetinde IŞİD’e evrildi. İstisnasız her aşamasında İran bu örgütü biliyor, bir eliyle desteklerken diğer eliyle mücadele ediyordu; tıpkı düşmanı ABD gibi! Şiileri baş düşman gören bu örgüt İran’ın devlet varlığını pek de tehdit etmezken, Şiilerin yaşadığı coğrafyalarda Şiiler üzerinde estirdiği terörle İran devletinin hamilik iddiasının Şiiler arasında karşılık bulmasına büyük hizmetlerde bulundu. Kendi kontrolündeki düşman, her istihbarat örgütünün en önemli silahı, sahadaki dinamikleri belirleme amacıdır. Tıpkı söz konusu istihbarat örgütlerinin, IŞİD ve El Kaide gibi örgütler için de “dönemsel fayda sağlanacak harici ortaklar” olduğu gibi. Unutmayın, bu örgütler kendilerini “terör örgütü” olarak görmüyor. Kendilerine yaklaşan CIA, MOSSAD, ISI (Pakistan) ya da IRGC gibi istihbarat örgütlerini kendiyle akran, bu istihbarat örgütleri de IŞİD gibi örgütleri “günü geldiğinde ipi çekilecek kullanışlı dinamik” olarak görüyor, menfaatleri doğrultusunda içlerine sızma ve işbirliğinden kaçınmıyorlar. Devletlerin tarih boyunca bu tip gruplara yaklaşımları böyle süregelmiştir.
Maalesef tarihsel gerçekler ve bugün tekerrür eden vakalar, IŞİD’in Irak başta olmak üzere çok farklı coğrafyalarda yeniden toparlanma eğiliminde olduğunu bize gösteriyor. Bu yaz Orta Doğu’da yine çok sıcak geçecek gibi!
Musa Uçan - Millidusunce.com