Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Kapalı
11°
Ara
Damga Gazetesi Gündem Gelecek Partisi Sözcüsü Özcan: Müteahitlere kıyak çekiyorsunuz; ama vatandaş 3 ay doğalgazını ödeyemedi diye kapısına dayanıyorsunuz

Gelecek Partisi Sözcüsü Özcan: Müteahitlere kıyak çekiyorsunuz; ama vatandaş 3 ay doğalgazını ödeyemedi diye kapısına dayanıyorsunuz

Gelecek Partisi Sözcüsü Serkan Özcan, "Bakın biz değil bizzat kendileri söylüyor, 2020 yılında tam tamına 99 bin 558 esnaf kepenk indirmiş. Tamı tamına 40 bin 735 şirket de kapanmış." şeklinde tepki gösterdi.

Okunma Süresi: 21 dk

Gelecek Partisi Sözcüsü Serkan Özcan'ın açıklamaları şöyle:

"Konuşmama geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen Gara Operasyonu’nda şehit olan vatandaşlarımıza, yüce Allah’tan rahmet dileyerek başlamak istiyorum. Tekrar milletimizin başı sağolsun diyor, sabırlar diliyorum.

Hükümet önce davul zurna ile bir terör operasyonu yaptığını açıkladı, yetmedi bir de müjdeden bahsetti. Tabii sağır sultan bile neyin operasyonu olduğunu anladı hemen. Ardından tam 16 eve ateş düştü.

Cumhurbaşkanı teşkilatıyla birlikte coşkuyla gerçekleştirdiği kongrede umursamazca “başarısız olduk” dedi. Olan 16 canımıza, şehidimize oldu, sonra da kalkıp başarısız olduğu operasyonla ilgili muhalefeti suçladı sayın Cumhurbaşkanı. Zaten bu iktidarın ve sayın Cumhurbaşkanının bir tek konuda gerçek bir sorumluluk aldığını duydunuz mu?

Sıkışınca hemen, ben değil “devlet sorumlu” diyor. “Başarısız olduk” itirafını bile “muhalefete karşı kuyruğu dik tutma stratejisi” olarak kullanan bir akılla yönetiliyor ülke. Bir komedi filmindeki replik gibi adeta, “Başarısız olduk tamam ama hele bir sor niye?”

Peki; soruyoruz o halde: Muhalefet mi “size bir müjdem var” dedi durup dururken? Muhalefet mi terör örgütüne operasyon başlayacağı bilgisini verdi? Muhalefet mi “aman rehine kurtarma operasyonu başarılı olmasın, yoksa iktidarın hanesine yazılır” diye deklare etti? Muhalefet, sizi zora sokmak için “rehine kurtarmanın neredeyse imkânsız olduğu coğrafyaya bir operasyon yapılsın da nasıl olursa olsun” mu? Dedi.

Sizi bununla tehdit mi etti muhalefet? Kamuoyunda sizi köşeye sıkıştırmak için bir deklarasyon falan mı yayınladı muhalefet?

Ya da muhalefet size, “PKK savaş hukukuna riayet eden, halden anlayan bir örgüttür, bombaları tepelerine yağdırsanız bile rehineleri, kıllarına dokunmadan bırakıp kaçarlar” diye yalan yanlış bir tüyo mu verdi? Bu nasıl bir akıl tutulması, daha doğrusu nasıl bir şark kurnazlığıdır böyle? 

Siz insanların aklıyla alay mı ettiğinizi sanıyorsunuz?  Onu bunu suçlamayı bırakın, her şeyden önce bu büyük acıyı yaşarken neden yas ilan etmediğinizin bir hesabını verin bu millete. Yoksa yas ilan etmeyi kongre salonlarınızı “lebaleb” doldurmanıza engel olacak, kongrelerinizi aksatacak diye mi akıl edemediniz?

Daha cenazeler toprağa verilmemişken espriler, gülümsemeler eşliğinde sergilediğiniz mizansenlerin getirilerine zarar gelmesin diye mi yas ilan etmekten imtina ettiniz? Gerçi siz de haklısınız! Halkın karşısına çıkıp “bizim ana motivasyonumuz muhalefeti mahkûm etmektir” diyecek haliniz yok.

Bakın milletimiz bu meselede sizden izahat bekliyor. Şu sorulara makul, anlamlı, tutarlı cevaplar vermenizi talep ediyor. Devletin geçmişinde, terör örgütünün elinden asker ya da sivil vatandaşların siyasiler veya insan hakları örgütleri aracılığıyla kurtarılması örnekleri yok mudur? 

Madem bunu da beceremediniz, hiç olmazsa az biraz utanıp, operasyonun başarısızlığına da, geçmişteki duyarsızlıklarınıza da ortak aramaya çalışmayın! Hadi buyrun, doğru düzgün açıklayın!

Kaç defa muhalefet partileri bu konuda sizlere soru önergesi verdi? Aileler sizin kapınızı kaç defa aşındırdı? Ya o şehitlerin umut dolu mektupları? Ya ailelerini aracı kılarak devlete yaptıkları çağrılar?

Yerel seçim kazanmak için aracılar bulup, mektuplar dilenenler sizler değil miydiniz? Burada ne oldu? Basiretiniz mi bağlandı birden?   Belli ki öyle olmuş!

Soru basit. Tek derdi “müjde vereceğim” diyerek siyaseten puan toplamak olan sizler, neden bu insanlar için de gizli görüşmeler yoluyla sonuç almaya çalışmadınız? İçinizden “Devlet örgütle pazarlık yapmaz” diye bağıranlara, “bir canı kurtarmak bütün insanlığı kurtarmak gibidir” diyemediniz mi? İktidarın “başarısız olduk” itirafından sonra açıkça soruyoruz; “sorumlu kim veya kimler?” diyoruz,  Aldığımız cevap tek kelime ile “muhteşem”.

Ne diyor sayın. Erdoğan: “Bu operasyonun sorumlusu elbette aynı zamanda başkomutan ve yürütmenin başı olan cumhurbaşkanından, askerinden polisine, istihbaratçısına kadar Türkiye Devleti’dir” diyor.

Cevaba bakar mısınız? Takriben 1 milyon kişi sorumlu öyle mi?  Siz de milyonda birsiniz, milyonda bir sorumluluğunuz var yani öyle mi? Ne diye askeri, polisi, istihbaratı hatta yetmiyor tüm devleti sayıyorsunuz? Başarı söz konusu olduğunda kendinize yontmayı, kendinizden başka hiç kimseyi konuşturmamayı çok iyi biliyorsunuz. 

Alsanıza bu sorumluluğu da üstünüze. Başkomutan siz değil misiniz? Siz bu açıklamada zerre devlet ciddiyeti görebiliyor musunuz Allah aşkına? Yarın öbür gün bu başarısızlığı paylaştırdığınız asker, polis, istihbarat nasıl çalışacak, nasıl iş yapacak bu insanlar? Daha da önemlisi nasıl risk alacak veya insiyatif kullanacak bu insanlar? 

Rus uçağı düşürüldüğünde dönemin Başbakanı olan Sayın Genel Başkanımız Ahmet Davutoğlu çıkıp “asker, istihbarat, komutan, pilot” falan demedi.  Çıktı ve bir devlet adamı olarak sorumluluğu tek başına üstlendi. Sayın Erdoğan’ın taksimini ezberledik artık: Başarının olduğu yerde Sayın Erdoğan var; başarısızlıklar ise bazen siyasilere, bazen gazetecilere, bazen de bütün bir devlet kadrolarına ait!

Başarısız Gara harekatı sonrası ülke içinde yapılan operasyonlara bakılırsa koalisyon iktidarı muhalefeti hırpalama mekaniğini yeniden devreye sokuyor.  Oysa terörle mücadele silahla olduğu kadar siyasetle de olacak bir mücadele değil miydi? Yıllarca Ak Parti kadroları bu evrensel gerçeği defalarca savunmadılar mı?

Unutmayınız ki dün, Refah Partisi’ni, Fazilet Partisini ve HADEP’i kapatan zihniyet bu ülkeye ne denli düşman bir zihniyet idiyse, bugün milyonlarca Kürt seçmene açıkça ve vicdansızca “lanet okuyan” kafalar da o denli bölücü, dışlayıcı ve halk düşmanı kafalardır.  İşte tam da bu nedenle, yeniden AK Parti’ye ve MHP’ye gönül veren kıymetli kardeşlerimize sesleniyoruz.

Bakın iktidar sözcüleri bugün anayasa tartışmalarında 1921’e atıf yapıyorlar. Gerçi dertleri başka ama onlara deyin ki;  “İstiklal Savaşı günlerinde, verilen beka mücadelesi için birinci Meclis’teki vekiller savaş zamanlarında bile hukukun ve adaletin elden bırakılmaması gerektiğini söylüyorlardı” Onlara deyin ki “Vekiller kürsülerde, ‘Adalet ve Hukuk yoksa beka da yoktur” diyorlardı. Daha önce denenmiş ve ülkeye büyük zararlar vermiş 90’ların sözde güvenlikçi siyasetine geri dönerek terörle mücadele olmaz! Bu ülkeye yazık etmeyin, deyin.

Büyük ortağı sayesinde halkın sırtına binen küçük ortağın lideri geçen hafta yine esip gürledi. Alıştık artık! Onu bazen “Serok Ahmet” diye sn. Genel Başkanımızı onurlandırırken, bazen “AYM kendini feshetmelidir” diye slogan atarken görüyoruz.

 Şimdi de Gara katliamına ve terör örgütüne ilişkin mesajlar yayınladı. Cumhur İttifakında safları sıklaştırıp muhalefeti de terör ve ABD yanlısı gibi gösterme telaşına düştü sn Bahçeli. Belli ki Biden Amerikası ve AB ile ilişkileri düzeltmeye çalışmanın, ittifakın yakın geleceğine zarar vereceğini düşünüyor kendisi. Tıpkı Avrasyacıların Rusya-Çin ekseninden uzaklaşan bir Türkiye’nin ötesinde kendi geleceklerinden endişe etmeleri gibi. Ama dikkat çekici olan, konuşurken kullandığı üslup. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” misali bir dil kullanması. Muhalefete esip gürlerken asıl korkusunu çok fazla belli ediyor.

Her seferinde Türkiye’nin hangi eksende yol alması gerektiğini hatırlatıyor.  Mesaj büyük ortağına. “Sakın ha” diyor. “Bak terör” diyor, “ABD” diyor, “İttifakımız” diyor. Bunları derken muhalefeti bombalıyor.

Sanki hükümeti “dostum Trump stratejisi” gütmeye muhalefet zorlamış gibi, Sanki Avrupa Birliği ile ilişkilerin bozulup Rusya ve Çin’e mahkûm hale gelmeye hükümeti muhalefet sürüklemiş gibi bir dil kullanıyor.

Sayın Bahçeli! Lütfen bırakın bu “cambaza bak” hikayesini. Sorun öncelikle sizin ittifakınızın iç sorunu!Ülkeyi sanki bu cendereye muhalefet sokmuş gibi davranmaya hiç gerek yok!

Trump “ahmak olma” derken emin olun muhalefetten işaret falan almadı. Çıkarın artık ağzınızdaki baklayı. “Kan, gözyaşı, terör, ABD” diyerek, düşünce enstitülerini ve analistleri hedef göstererek gerçek hedefinizi saklayamazsınız. Siz açıkça büyük ortağınızı mahkûm ettiğiniz eksenin bozulmasından korkuyorsunuz.

Siz, size ihtiyaç olmayacak bir Gelecek’ten korkuyorsunuz. Sizin esas derdiniz kendi bekanız!  Artık bu millete açıkça söyleyin bunu.

Allah aşkına Değerli Arkadaşlar! Bu ülke yıllarca AB, ABD, Balkanlar, Afrika, Ortadoğu ve Asya ülkeleriyle dengeli ilişkiler geliştirip, ülkeyi büyütürken küçük ortak mı vardı? Aksine, bunların minik ortakla birlikte oluşturdukları vesayetçi yapı, ülkeyi bütün bu güçlerle dengesiz ilişkilere mahkûm etmedi mi? Elimiz her açıdan zayıflamadı mı? İşte sözde ortak hareket ettiğimiz coğrafyalarda tepemize her fırsatta çıkan Rusya.

İşte AB ile bozulan ilişkiler. İşte Çin’den çekindiğimiz için ortaya çıkan zillet politikaları. İşte en haklı olduğumuz Doğu Akdeniz’de Yunanistan karşısında tornistan ettiren hallerimiz! İşte Balkanlarda esamesi dahi okunmayan bir Türkiye. Bütün dünyanın Doğu Türkistan’daki kültürel soykırıma kilitlendiği bu günlerde, olan bitene kör, sağır, dilsiz kesilen bir dış politika!

Kör, sağır kesilmek ne kelime. Sn. Çavuşoğlu’nun ağzından Çin’in menfaatlerinin korunacağına dair verilen vaatler! İşte vesayetçi kafalar ile girilen ilişkilerin bizleri içine soktuğu sistem ve gelinen seviye! İşte hukuk, işte ekonomi, işte yoksulluk, işte yolsuzluk ve işte rant ekonomisi! Ve işte bütün bunların üzerini örtmek için , kurdukları kumpastan çıkılmasın diye avazı çıktığı kadar bağıran, onu bunu hedef gösteren bir vesayet siyaseti!! Ama korkunun ecele faydası yok!

Ona buna sataşmalara, hedef göstermelere, iftirada bulunmalara, karalamalara artık bu ülke prim vermeyecek. Görünen köy kılavuz istemez.  Küçüldükçe küçüldünüz. Halkın size vermediği yetkiyi de, tokmağı ortağınızın sırtındaki davula vura vura tükettiniz! 

DOĞU TÜRKİSTANLI KARDEŞLERİMİZE İZİN VERMİYORLAR

Başarısızlıklarınızı ve ortağınızla aranızdaki çatlakları muhalefete “Kendini feshet!” diyerek yamayamazsınız! Ak Parti-MHP Koalisyon iktidarının sadece kendi vatandaşlarına yani bizlere değil, Allah’ın emaneti olan tüm insanlara muameleleri de artık adaletten ve vicdandan uzak. Doğu Türkistan’lı kardeşlerimizin birkaç kişilik protesto eylemlerine dahi izin vermek istemiyorlar. Kaldıkları mekanların çevresine polis kordonu kuruyorlar. 

Oysa Uygurların talepleri bugün insanlığın ortak haykırışı haline gelmiş durumda. İstanbul Tarabya’da, kan donduran kış soğuğunun ortasında, seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Tüm dünya ses verdi. Bir sizin kalpleriniz titremedi.  Titremek ne kelime. “Kabak tadı verdiniz” diyerek onurlarıyla da oynadınız! Oysa ne istiyorlar? Öncelikle sizin kendilerine karşı duyarlı olmanızı istiyorlar. Kültürel soykırımın bitmesini istiyorlar, Ailelerinden, yakınlarından haber almak istiyorlar. 21. yüzyılın utancı olan kampların kapatılmasını istiyorlar.

Bakın geçen hafta idrak ettiğimiz Regaip kandili kutlamasında Türkiye’ye hangi mesajı verdiler! Diyorlar ki: “Çin işgalindeki Doğu Türkistan'da son durum:  Camiler mühürlü, Oruç yasak! Kuran-ı Kerim okumak yasak! Çocuklara Müslüman adı vermek yasak!  Helal ürün yasak!  İslam’a göre evlilik yasak!  Özetle Doğu Türkistan’da her çeşidiyle zulüm serbest, Uygur olmak yasak!  Hayırlı Kandiller!”

Evet onların geçen haftaki kandil mesajları tam olarak böyleydi! Bu mesajın üstüne size ancak şu söylenir. Düne ait ne varsa hafızanızdan sildiniz. Düne dair yapılan hayırlı işlerin hepsini unuttunuz.
Dün, Filistin, Myanmar, Mısır meselesinde dünyanın kulaklarını çınlatanlar, bugün Yeni Zelanda ya da Finlandiya Başbakanının sözlerine kulaklarını tıkar hale geldiler.

Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, Uygur kadınların maruz kaldığı sistematik tecavüzlere dikkat çekiyor. Finlandiya Başbakanı Sanna Marin ise “Uluslararası toplum Çin’in insan hakları ihlallerine ve azınlıklara uyguladığı baskılara gözlerini kapatamaz!” diyor ve bizimkilerin duymaktan nefret ettikleri o cümleyi kuruyor.

Diyor ki: “Ticaret ve ekonomi, bu ihlaller karşısındaki suskunluğun bahanesi değildir! İnsan Hakları, ikili ve çok taraflı müzakerelerin merkezinde yer almalıdır.” Ne acı değil mi? Dünyanın çok değil 4-5 sene önce bizden duymaya alıştığı sözlere, bizi yönetenlerin kulakları ve kalpleri kapalı artık! Bütün dünya birlik olmuş insanlığı Çin’de yaşanan kültürel ve insani soykırıma karşı tavır almaya çalışırken, iktidarın irili ufaklı tüm ortakları ülkeyi “onursuz bir yalnızlığa” mahkum ettiler!

AK PARTİLİ ÖZLEM ZENGİN'İN SÖZLERİNE TEPKİ

Kendisi de bir 28 Şubat mağduru ve şimdi Hukukçu Milletvekili olan hanımefendinin “çıplak arama mağduru” kadınlarla ilgili söylediği sözleri dinlemişsinizdir. Resmen binlerce mağduru çileden çıkardı Hanımefendi. Hanımefendiye göre “çıplak arama” şikayetinde bulunanlar samimi değillermiş. “Onurlu ve ahlaklı” kadınlar şikayet için bir yıl beklemezlermiş! “Propaganda” diyor, her türlü hukuk dışı ifadeyi kullanıyor ama bir tek “hak” diyemiyor, “adalet” diyemiyor! Mağdurların üzerinde tepinmekten çekinmiyor,
Üzerinde konuştuğu konudan da bihaber bu arada. 

Çıplak aramaya maruz kalan mağdurlar öyle bir yıl falan beklemediler Hanımefendi. Maruz kaldıkları onur kırıcı muamelenin ardından hemen şikayetçi oldular. Üstelik bekleseler ne olur! Yaşanan psikolojik travmaları dile getirmek kolay bir iş midir? Hanımefendinin hukukçu mantığını yitirdiği belli de “bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sevketmesin!” buyruğunu ne çabuk unuttu! Sayenizde cezaevleri doldu, taştı Hanımefendi.

Adaletsiz bir infaz yasasıyla kalemini kullananı içeride tutup silahını belinden düşürmeyeni salıverdiniz!
Bunlar hukuku ve yargıyı sadece kendilerine yontmakta oldukça mahirler Değerli Arkadaşlar,
Bir yandan Partimizin Genel Başkan Yardımcısı Sn.Selçuk Özdağ’ı öldürmeye teşebbüs eden 5 kişi serbest kalırken, diğer taraftan Sayın Erdoğan’a hakaret davalarındaki yargılamalarda cezalar yağmaya devam ediyor.

Siyasi bir suikaste karşı lakayt bir yargı bir tarafta, twit atmaktan, yazı yazmaktan ötürü cezaevlerine konan, uzun tutukluluklara maruz kalan, haksız hükümler yiyen insanlar diğer tarafta! İşte bu, Türkiye’nin bugünkü hukuk manzarası. İşte bu, ülkenin bugünkü hukuk karnesi.Siyaset karnesi de hukuk karnesinden farksız aslında! Mesela bunlardan biri yine akıllara zarar sözler sarfetti. Belediye seçimleri için özel kurye gönderilip kamuoyuna açıklanan Öcalan’ın mektubu için; "Devlet terör örgütündeki ayrışmaları kullanır” diye garip bir ifade kullandı. Pardon! Bir dakika. 

Osman Öcalan'ı ekrana çıkarmak ve örgütün elebaşından Belediye seçimi için mektup getirmek, İstanbul Seçimlerini kazanmak için AK Parti’nin ürettiği bir atraksiyon değil miydi? Başka partileri HDP ile kahve içtiklerinde bile teröre yanaşmakla itham eden iktidarın, kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan’ı devlet televizyonuna çıkarması ne zamandan beri Devlet politikası olarak anılır oldu? İç siyasi çekişmenin uzantısı olarak PKK elebaşı Öcalan’ın mektubunu yayınlayacaksınız, 

Kırmızı bültenle aranan terörist Osman Öcalan’a mikrofon uzatacaksınız sonra da çıkıp “biz millet için risk alıyoruz” diye laf salatası yapacaksınız. Kendisinin “AK Parti ile devleti aynı özne sayarak” cümle kurmasının aklımızla alay etmek falan olduğunu zannetmeyin. Bu aslında bir itiraf! Kısaca “Ha AK Parti ha Devlet” diyorlar. “İkisini birbirinden niye ayırıyorsunuz ki” demeye getiriyorlar. “AK Parti yapmışsa devlet yapmıştır” diyorlar! “Seçim kazanmak için bile mi?” diye sormayın. Aynen öyle. “AK Parti yapmışsa devlet yapmıştır” diye düşünüyorlar. Devleti kendi mülkleri gibi görmeye başladıklarından beri böyle düşünüyorlar! Aslında kendisine müteşekkir olmamız gerek. Parti-Devlet’in bundan daha güzel bir tarifi olur mu?

AYM KARARLARI

Bakın birkaç gün evvel bu tariflerden birini sayın Cumhurbaşkanının hukukçu başdanışmanı da yaptı.
“AYM kararları bağlayıcı değil, yönlendiricidir” sözlerini iyi hatırlarsınız beyefendinin. İşte o Sayın danışman “İletişim Başkanlığını eleştirmek devleti eleştirmektir” dedi. Evet evet aynen bunu dedi.

Kurumun başındaki bürokrat için “o bugün var, yarın yok ama kurum devletin kurumudur” dedi. Hay maşallah ne diyelim! Devletçilik oyununda AYM’yi buharlaştırmak serbest ama Propaganda Başkanlığını dokunulmaz kılmak kaçınılmaz! Öyle mi?

Kurumun başındaki şahıs,  Seçilmiş değil! bir atanmış olarak, sabah akşam 7/24 muhalefet partilerini, muhalif siyasileri topa tutacak ama bizler kendisine tek söz söyleyemeyeceğiz!
Duyuyor musunuz sayın Çavuşoğlu, sayın Erdoğan!

Sizler AB ile ilişkileri düzeltmek için masalara oturmaya çalışırken, birileri arkanızdan “Avrupa Avrupa duy sesimizi, bu gelen yeni kutsal devletçiliğin ayak sesleri!” diye tezahürat yapıyor!

Peki biz de soralım o vakit: Hadi diyelim ki, halkın ödediği vergilerle birkaç maaş birden alan bu bürokratın sosyal medya mesajlarına, iftiralarına, dezenformasyonlarına katlandık. Peki devleti ya da devlet kurumlarını eleştirmek bir demokraside ne zamandan beri suç addedilir oldu? Bu nasıl bir militer kafa böyle? Bu nasıl bir geriye gidiş böyle?

Oldu olacak kurumun adını da değiştirin. Direkt “Propaganda Başkanlığı” koyun. Hazır anayasaya el atmışken, “devlet kurumları layuseldir, eleştirilemezdir” diye bir madde ekleyin! Hatta, “Velev ki başındaki başkan, bir sosyal medya fenomeni dahi olsa” diye bir cümle de ekleyin, yakışır, çekinmeyin! Hatta ve hatta ona yönelik eleştirileri takip edip püskürtecek bir sosyal medya emniyet teşkilatı da oluşturun.
Bu gidişle, altına yorum yazanların evlerine koç başıyla girerseniz kimse şaşırmayacak. 
Kıymetli Vatandaşlarımız, Değerli Basın Mensupları,

Hatırlayacaksınız sayın Cumhurbaşkanı, geçtiğimiz günlerde çıkıp ısrarla “Kapanan dükkan yok” dedi.  Hatta yeni işletmelerin açıldığını müjdeledi! Hep müjde, hep müjde! Bir de o müjdelerin arkası gelebilse keşke. Belli ki yine yanlış bilgilendiriyorlar kendisini. Ya da -kimse artık onlar-, belli ki kendisine duymak istediklerini söylüyorlar.

2020 YILINDA TAM TAMINA 99 BİN 558 ESNAF KEPENK İNDİRDİ

Zira, muhalefetin soru önergesi üzerine Ticaret Bakanlığı bir açıklama yapmak zorunda kaldı kapanan  işletmelerle alakalı. Bakın biz değil bizzat kendileri söylüyor: 2020 yılında tam tamına 99 bin 558 esnaf kepenk indirmiş. Tamı tamına 40 bin 735 şirket de kapanmış. Dile kolay. Ama bunların gerçeklerle işi yok. Bunların gerçekleri, yapı-işlet-devret modeliyle ayakta tuttukları yandaş konsorsiyumları! Şimdi de “Havacılık sektörüne can suyu” sloganıyla, Havalimanları işletmelerini kiralardan, taahhütlerden kurtarmakla meşguller. 

Esnafa, vatandaşa cimri olan elleri, bunlar karşısında bir hayli bonkör. Geçtiğimiz iki yılda ödemeleri gereken 1 milyar 100 milyon Euro borçlarını 20 yıl ertelemeyi başarmışlardı hatırlayacaksınız. Şimdi yeniden oturup güzel güzel anlaşmışlar. Onların 2020 yılına ait 3 aylık kira bedelleri alınmayacak. 2021-2022 yılına ait kira bedelleri de 2 yıl boyunca yarı yarıya indirildi.

Soruyoruz size: Havalimanlarında durum bu. Peki yollar, köprülerle ilgili aynı işletmelerle oturup devlet lehine düzenlemelere gittiniz mi?  Salgından kaynaklı mücbir sebepleri öne sürerek verdiğiniz garantilerle ilgili devlet olarak bir girişimde bulundunuz mu? Devlet garantili projelerin müteahitlerine bu denli bonkör olan sizler, neden vatandaşa gelince bu derece cimrisiniz?  Neden vatandaşı kredilere boğdunuz? 
Madem vatandaşı krediye yönlendirdiniz, kapınıza dayanan müteahitlere de aynı şeyi söyleseydiniz ya!
Neden yandaşlara milyarlarca liralık, euroluk, dolarlık kıyaklar var da vatandaşa gelince cep delik cepken delik!

Bakın büyük işletmelerimiz ayakta tutulmasın, demiyoruz. Ama sizin derdiniz başka. Sizin derdiniz yandaş kollamak. Artık bu adaletsiz, eşitsiz, ayrımcı, plansız ve programsız icraatlarınız vatandaşı bıktırdı, usandırdı. Müteahitlere kıyak çekiyorsunuz; ama vatandaş 3 ay doğalgazını ödeyemedi diye kapısına dayanıyorsunuz.

Bu karda kışta, zaten işsizlikten beli bükülmüş insanların kapısını çalıp “doğalgazınızı kesmeye geldik” demeye, vatandaşı görevlilere yalvartmaya utanmıyor musunuz? Böyle adalet olur mu?

Yahu zaten geçim sıkıntısı çeken, 3 aylık faturası da 583 TL olan, yani korkudan kombinin ısısını artıramayan, hatta bazı günler hiç yakamayan bu insanların kapısına dayanmaktan, onları korkutup ürkütmekten, onurlarını kırmaktan hicap etmiyor musunuz? Esnafın faturaları, biriken kredileri zaten almış başını gitmiş, umurunuzda mı? İcat ettiğiniz garantili projelerin tahsilini sırtına yüklediğiniz vatandaşa reva mıdır bu? Dükkanı kapalı esnafın, traktörüne haciz gelen çiftçinin, üç kuruşa çalışan işçinin ödediği vergileri aktardığınız müteahitleri daha nereye kadar doyuracaksınız? 

Bunların gerçekleri farklı işliyor. Daha doğrusu bunlar bir türlü gerçeklerle buluşamıyorlar. Bunların gerçekleri, 140 bin işyeri-işletme kapanırken, içlerinden “kısmetli” olanları kayırıp ayakta tutmak; sonra da veremedikleri desteklere bahaneler uydurmak. Tam da “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” sözünde olduğu gibi! 

Tamam yandaş Müteahitler ayakta tutuyorsunuz ama tarım perişan halde. 2020 yılında ithalat rekorları kıran ürünlere bakar mısınız? Ayçiçeği, kırmızı mercimek, yeşil mercimek, bakla, çay, pamuk, soya..

3 milyon ton ayçiçeğine ödenen döviz yaklaşık bir buçuk milyar dolar 1 milyon tondan fazla pamuğa 1 milyar 664 milyon dolar ödemişiz. Sadece 12 ürüne toplamda ödediğimiz rakam 5 milyar dolar. Vahamet tablosunun sadece bir bölümü bu. Yani sadece cep telefonuna, teknoloji ürünlerine ödemiyoruz artık dövizleri. Bir tarım ülkesi olarak soframıza giren ve üreticisine kök söktürdüğümüz ürünler içinde dövizle ödeme yapmaya mahkum olduk. 

İŞSİZLİK RAKAMLARI

Peki sadece çiftçi mi memnuniyetsiz? TUİK’in Yaşam Memnuniyeti Araştırmasında 2004 ve 2016’da %60’ın üstüne çıkan “mutluyum” diyenlerin oranı şimdi %48’e düşmüş!  Ya üniversite mezunu gençlerimiz? 2004 yılında %67 oranında “mutluyum” diyen üniversite mezunlarının oranı artık %46’ya düşmüş durumda.

Gelelim işsizlik rakamlarına, “Geniş tanımlı işsizlik oranı” geçen yıl %22 iken bu yıl %31’e yükseldi.  Bu gruptaki insan sayısı bir yılda 3,5 milyon kişi artarak 11,2 milyon kişiye yükseldi. Henüz 2,5 yıl önce çalışamayan nüfus çalışabilen nüfus ile aynı iken, bugün çalışmayanlar çalışabilenlerden tam 5 milyon kişi daha fazla. Bu, hem sosyal güvenlik sistemi, hem de toplumsal barış açısından büyük bir risk teşkil ediyor artık.

Ekonomi demişken sayın Albayrağı’da anmadan geçmeyelim. Bundan 3,5 ay önce görevini Instagram mesajı ile bırakan Sn. Bakan’ın ücretli destekçileri bundan 1-2 hafta önce bir kampanya başlatmışlardı. 
Kendisinin aslında ne kadar başarılı olduğunu, en yerli ve milli O olduğu için çekemeyeninin çok olduğunu, satılan 130 milyar doların buharlaşmadığını, aksine düşen turizm gelirleri nedeniyle oluşan açığı kapatmakta kullanıldığı gibi ipe sapa gelmez argümanlarla eski bakanı aklama çalışmasına başlamışlardı.

Ücretli destekçileri pek ciddiye alan olmadı aslında. Ancak bu hafta kendisi avukatı vasıtasıyla kamuoyuna mesajlarını iletti.  Eski bakanın rezervler konusunda yaptığı açıklamanın içeriğine bakınca Türkiye’nin uçurumun kenarından nasıl döndüğünü tekrar hatırlama fırsatı da bulduk. Eski bakan bu metinle iktisata giriş düzeyinde bile öğrenilecek temel kavramlardan ne kadar uzak olduğunu da ispatlamış oldu. Üstüne dün Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan’da, kendinden önceki dönemde yapılan rezerv satışlarının ne kadar haklı gerekçelerle yapıldığını paylaştı

Sayın Elvan’ın aynı durumda aynı şekilde davranacağını açıklaması “ekonomide reform” söylemleri ve %17 faiz ile piyasalarda oluşturduğu zayıf itibarının bir tweetlik ömrü olduğunu da göstermiş oldu. 
Sayın Cumhurbaşkanı da TCMB rezervini biz nasıl 130 milyar dolara çıkardı isek, 95’e de düşer, tekrar çıkarırız, bu yapılanlar aileme saldırıdır deyince tartışma bambaşka bir boyut aldı.

İşte tam da bunun için biz Gelecek partisi olarak TEMİZ SİYASET Belgemizi açıkladık geçtiğimiz haftalarda. Konusunda çok başarılı olsa dahi aile fertlerinizi devletin tepesine atamak nepotizimdir, akraba kayırmacılığıdır, dedik.

Bunu en başta ailenizi korumak için yapmamanız gerekir dedik. Nobel ekonomi ödülü almış olsa bile damadınızı Ekonomi bakanı yapmamalısınız dedik. Sayın Cumhurbaşkanı TCMB’nin müdahalelerinin planlı ve kontrollü olduğunu da belirtti. Bu nasıl planlı bir müdahale ise halen TCMB web sitesinde Merkez bankasının son yaptığı müdahale Nisan 2016 tarihinde gözüküyor.

Madem çekinecek saklanacak bir şey yok, umarız sayın Cumhurbaşkanı bu konuşmayı yapmadan önce TCMB Başkan’ına damadı döneminde yapılan planlı müdahalelerin şeffaf bir şekilde açıklanması talimatını da vermiştir. 

Böylece hangi tarihte hangi bankaya ne kadar döviz satıldığını da görmüş oluruz. Sayın Cumhurbaşkanı rezervlerin 95 Milyar dolar olduğuna inandırılmış görünüyor. Gerçekten de böyle bakınca damadını göreve getirdiği 2018 Temmuzdaki 102 Milyar dolara göre ve Kasım 2020’de affettiği 85 Milyar dolara göre çok fark yok. O zaman tane tane anlatıp sayın Cumhurbaşkanının tekrar kandırılmasına karşı görevimizi yapalım.

Damadınızı göreve getirdiğinizde 102 Milyar dolar olan rezervlerin 32 Milyar doları TCMB’ye aitti, kalan 70 Milyar doları ise borçtu sayın Cumhurbaşkanı. Damadınızı affettiğiniz Kasım 2020’de ise 85 Milyar dolar olan rezerve karşılık olarak Merkez Bankasının tam 133 Milyar dolar borcu vardı. Yani TCMB’ye ait rezerv “eksi 48 Milyar dolara” gerilemişti. Bugün ise 95 Milyar dolar rezerve karşı 140 Milyar dolar borcu var. Yani Merkez Bankasının kendine ait rezervi eksi 44 milyar dolar düzeyinde bugün.

Damadınız kendi döneminde TCMB’nin elindeki 32 Milyar doları sattı, yetmedi üstüne TCMB’yi ilaveten 63 milyar dolar borçlandırdı, onu da sattı.  Üstüne ihracatçılardan aldığı dövizi de biriktirmeyip yine sattı. Hepsini toplayınca tam 128 milyar dolar ediyor sayın Cumhurbaşkanı. Ne acıdır ki bu 128 milyar dolar satılırken devletin dış borcu arttı, üstüne dövizle iç borç da almaya başladı. 

Damadınız bu dövizlerle memleketin borcunu azaltmak yerine piyasaya savaş açtı ve bu savaşı da kaybetti. Kısacası damadınız sizin verdiğiniz yetki ile hem milletin mevcut parasını kaybetti hem de milleti borçlandırdı.  Umarız şimdi daha iyi anlaşılmıştır ve umarız bu konuda bir daha kimse sizi kandırmaya cesaret dahi edemez sn. Cumhurbaşkanı.

Biz milletimize inanıyoruz, Yaşananları yakinen takip ettiğini ve not aldığını biliyoruz, Zekâsına, ahlakına ve basiretine hakaret edercesine ekonomiyi çökertenlere bir not veriyor millet, Zekâsına, ahlakına ve basiretine hakaret edercesine siyaseti sokakta şiddete indirgeyenlere bir not veriyor millet, Özellikle de kendisinin olup bitenleri anlamadığını, yalanla ve manipülasyonla kandırdıklarını düşünenlere bir not veriyor millet, Canı acırken propaganda makinalarından sabah akşam uçan-şahlanan-yükselen ekonomi palavralarına bir not veriyor millet.

Milletimiz sabırlıdır, milletin sabrını saflık zannedenler olabilir ama Milletimiz basiretlidir, milletin basiretini yalanla bağlayacağını zannedenler olabilir, günü geldiğinde milletimiz faturayı bunların önüne koymasını bilir,

Milletimizin basiretine güveniyoruz, Sabrına inanıyoruz"

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *