İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, gazeteci Yavuz Oğhan’ın, Akif Beki ve Murat Aksoy ile birlikte sunduğu Youtube üzerinden yayın yapan “Bidebunudinle” kanalına konuk oldu. İmamoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından hakkında suç duyurusunda bulunulan Fox TV Ana Haber sunucusu Fatih Portakal’a, “Şu anda yapılan birtakım uygulamaları, yardımları sorguluyor. Daha iyisi olması gerektiği konusunda beklentilerini dile getiriyor. Bir gazetecinin daha iyi beklentilerini dile getirmesi kadar özgürce bir tutum olamaz” diyerek destek verdi.
İBB Başkanı İmamoğlu, Yavuz Oğhan’ın “Cumhurbaşkanı’nın Fatih Portakal hakkındaki suç duyurusu var, cezaevlerindeki gazeteciler var… Eleştiriye tahammülün daha da azaldığı bir dönem mi yaşanıyor” sorusuna şu yanıtı verdi:
"Bütün bu söyleyeceğim şeyler, basına dair, sadece Fatih Portakal’ın şahsına dönük şeyler değil"
Her şeyden önce üzüntülüyüm. Basında görev yapan, eleştiri hakkını en doğru şekilde kullanan gazetecilere yapılanlarla; tam aksine kalemini ve dilini gerçekten çok kötü kullanan, gazetecilikle bağdaşmayan -tabii ki buna karar verici makam değilim ama en azından bunu kıyaslayabilir durumdayım- insanların sanki bunlar kahramanca sözler gibi muamele görmeleri, hatta seyahatlere eşlik edilip en ön safta oturmaları, açıkçası beni çok üzüyor. Toplum adına ve basın özgürlüğü adına üzüyor. Öncelikle şunu ifade edeyim: Bütün bu söyleyeceğim şeyler, basına dair, sadece Fatih Portakal’ın şahsına dönük şeyler değil. Zira, bazı kıyaslamaların yapılması lazım. Örneğin benim, sokağa çıkma yasağı konusunda 15 gündür ısrarcı bir tutumum var ve bu tutumum, benim şahsi tutumum değil. Bu tutumumun kaynağı; bana, bilim kurullarının ya da kendi etrafımda, bu işin uzmanı insanların aktardıkları, ayrıca da dünyada örnekleri üzerinden bu günleri bizden daha önce yaşamaya başlayan şehirlerde ve ülkelerde, örnekleri üzerinden aldığımız gerekçelerle verdiğimiz kararın halkımıza duyurulması.
"Tekalif-i Milliye; o dönem Kurtuluş Savaşı, yani yokluk zamanı"
Bunu, İstanbul sokaklarını terörist odaklarına teslim etme çabası, beni terörle işbirliği yapmaya kadar getirecek insanların ‘gazetecilik’ yaptığını düşünüp, bunlara övgüyle bakmak, onları korumak şeklinde bir tavır alan anlayışın tam tersi bir durumla, bugün Fatih Portakal’ın eleştirilerine baktığımızda, -beni de çok eleştiriyor Sayın Portakal bu arada- içinde ne var diye düşünüyorum. İnanın dünden beri bakıyorum ne var içinde diye. Sorguluyor. Neyi sorguluyor? Şu anda yapılan birtakım uygulamaları, yardımları sorguluyor. Daha iyisi olması gerektiği konusunda beklentilerini dile getiriyor. Bunda özellikle, bir kıyas süreci var ya; dünden beri Tekalif-i Milliye diye, 1921’de verilen halka dönük mesajın, bugünle kıyaslanması sonucu ile ilgili. Mesela o dönemde, Kurtuluş Savaşı’ndayız. Yokluk içindeyiz. Hiçbir şeyimiz yok. Herkes cephede. Birçok insanın evinde, o günün tabiriyle, erkeği kalmamış. İnsanlar hayatlarını kaybetmiş, şehit olmuş. Böyle bir ortamda tekrar diriliş, tekrar bir varoluş mücadelesinde herkesten fedakarlık talebi.
"Bir gazetecinin, bu süreci eleştirmesi bence çok doğal"
Ama biz bugün hangi ortamdayız? Gazeteci, bu tarafından bakar olaya. Daha düne kadar, ‘dünyanın en güçlü ekonomisi, dünyanın en kudretli yönetimi, her şeyiyle hazır, her sıkıntının üstesinden kalkabilecek’ diye tariflenen bir ekonomi söylemi var hükümet tarafında. Bu söylemler varken, bunların sahipleri, bunları defalarca her gün tekrarlamışken, bir gazetecinin bunu eleştirmesi, daha iyi beklentilerini dile getirmesi kadar özgürce bir tutum olamaz. Dünkü kıyaslamaya gelince; bence yanlış bir kıyaslama önüne konmuş. Bunu bence sorgulamalılar. Sayın Cumhurbaşkanı bu söylemi sanki yapmamalıydı gibi geliyor bana. Çünkü, ikisi birbirinden çok farklı. Yoksa milletimiz, fedakarlığını her daim faklı konularda ortaya koymuştur ve koyacaktır da. Şu anda da yapıyor. Ama bir gazetecinin, bu süreci bu şekilde ele alması, eleştirmesi bence çok doğal.