Davutoğlu, "Bugün, Türkiye’de bir ekonomik kriz yaşadığımız için siyasal kriz yaşamıyoruz. Tam tersine, bir siyasal kriz, hukuk krizi, adalet krizi ve en önemlisi yönetim krizi yaşadığımız için ekonomik kriz yaşıyoruz. Koalisyon hükûmetinin farklı iki partideki sözcüleri birilerine racon kesmek için, tehdit etmek için birbirleriyle yarışmaktadır. Bu ortam çok ciddi bir kaotik atmosferin öncüleri gibi algılanmaktadır" diyen Davutoğlu, devamında şunları kaydetti:
"Darbeci anlayış karşısında dimdik duracağız"
Demokrasi şehitlerimiz Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın mübarek naaşlarının bulunduğu Anıt Mezarı ziyaretimizde vurguladığımız ve söz verdiğimiz gibi Gelecek Partisi olarak nereden ve hangi mihraktan gelirse gelsin, her türlü darbeci, vesayetçi ve cuntacı anlayış karşısında bütün varlığımızla dimdik duracak ve bir daha böylesi bir karanlık günün yaşanmaması için sonuna kadar mücadele edeceğiz.
Öte yandan 27 Mayıs ile açılan darbeci çığırın izinde yaşanan ve farklı yöntemlerle demokrasimize darbe vurma amacı güden 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz muhtıra, darbe, post-modern darbe ve darbe girişimlerinin bütün izlerini silecek bir demokrasi vizyonunu egemen kılmak için gece gündüz çalışacağız.
"İade-i itibar yaparak ödeyebiliriz"
Buradan TBMM’ne ve grubu bulunan bütün partilere bir kez daha çağrıda bulunuyorum: 27 Mayıs sonrası kurulan ve hukuk tarihimizin yüz karası olan Yassıada Mahkemelerinin aldığı tüm kararları geçersiz kılan ve bu süreci keenlemyekun ilan eden bir Meclis kararı derhal alınmalıdır. Demokrasi şehitlerimize borcumuzu nutuk atarak değil böyle bir kararla iade-i itibar yaparak ödeyebiliriz.
İkinci dalgaya dikkat çekti
Bugün itibariyle korona salgını ile mücadelede normalleşme dönemine giriyoruz.Kovid-19 pandemi sürecinde 1 Haziran itibarı ile yeni normalleşme süreci başlatıldı. Normalleşme takvimine göre 1 Haziran itibariyle birçok işletme faaliyetlerine başlayacak. Şehirlerarası seyahat sınırlaması tamamıyla sona erecek. Restoran, kafe, pastahane, kıraathane, çay bahçeleri, dernek lokali, yüzme havuzu, kaplıca türü işletmeler, plajlar, milli parklar, müze ve ören yerleri, kütüphaneler, millet kıraathaneleri, gençlik merkezleri, gençlik kampları hizmet vermeye başlayacak. İdari izinde bulunan veya esnek çalışma sistemine dahil olan kamu personeli, 1 Haziran itibarıyla normal mesailerine dönecek. Kreşler ve gündüz bakım evleri hizmet vermeye başlayacak.
Böylece, Üç aya yakın bir süredir yaşadığımız eşsiz ve çetin tecrübe bugün itibarıyla yeni bir aşamaya geçiyor.Öncelikle hayatını kaybeden her bir vatandaşımıza tekrar Rabbimden rahmet diliyorum. Kederli yakınlarına sabırlar diliyorum. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Allah hepsinin yardımcısı olsun.Yine aynı şekilde ülkemizin, milletimizin ikinci bir salgın dalgasına maruz kalmamasını temenni ediyorum.
Ümidimiz iktidarın da bu salgından ciddi dersler çıkarması yönündedir.Salgın başta Allah’ın yardımıyla, milletimizin dikkatli davranmasıyla, sağlık çalışanlarımızın fedakar gayretleri ile ve alınan önlemlerle ülkemizde diğer ülkelere nazaran ciddi bir yayılma gösteremedi. Bunun için Rabbimize tekrar şükrediyoruz. Bu süreçte emek veren herkese de teşekkür ediyoruz.
İktidar Korona süreci boyunca onlarca tutarsız ve fırsatçı karara imza atmış olmasına rağmen, milletimizin sabrı ve feraseti sayesinde görece daha az bir hasarla bu süreci geçirdik. Ancak bilim insanları açık bir şekilde yeni dalgalar için bizleri uyarıyorlar.Hükümetin alacağı tedbirler ve her birimizin göstereceği kişisel hassasiyet normalleşme döneminin nasıl geçeceği üzerinde doğrudan etkili olacaktır. Bu bağlamda Sağlık Politikaları Kurulumuzun tespit ettiği bazı hususlarda ilgilileri uyarma ihtiyacı hissediyorum.
Dilek Hemşireyi andı
Öncelikle, yeni normalleşme sürecine geçmeden önce virüs bulaştırma potansiyeli yüksek taşıyıcıların test yapılarak belirlenmemiş olması ciddi bir eksikliktir.Sağlık personeli, garsonlar, mağazalarda çalışanlar, marketlerde kasalarda çalışanlar, otobüs ve taksi şoförleri gibi yoğun temas grubuna uygulanacak testler ile bulaşma ihtimalini azaltmak mümkün olabilirdi.Bu potansiyel süper bulaştırıcıların tespit edilmesi için 100 bin testin yeterli olacağı göz önüne alındığında, Sağlık Bakanlığı’nın test politikasını yeniden değerlendirmesi son derece önemlidir.
İkinci olarak, Sağlık çalışanlarımız bağlamında İdari izinli sayılan personel içerisinde gebelerin bulunmaması doğru olmamıştır. Dün gece kaybettiğimiz Dilek hemşireyi rahmetle anarken, gebelerin de idari izinli sayılması gerekliliğini bir kez daha vurgulamak istiyoruz.Üçüncü olarak, sıcak yaz ayları da düşünülerek binalarda iklimlendirme ve klimalar konusuna özen gösterilmeli ve bu yolla oluşabilecek riskler minimize edilmelidir. Dördüncü olarak, henüz salgın tehdidinin sürdüğü ülkelere seyahat kısıtlamasının kaldırılmaması gerektiğini hatırlatmak istiyorum. ABD, Rusya gibi ülkelere yönelik seyahat kararları alınırken milletimizin sağlığının göz önünde bulundurulması gerekir.
65 yaş üstüne düzenleme
Ayrıca tüm normalleşme adımlarına rağmen 65 yaş üstü ve 18 yaş altı vatandaşlarımızın evlerinden çıkamamaları durumu bizleri endişelendirmektedir. Elbette insanımızın sağlığı için gerekli önlemler alınır ancak özellikle 65 yaş üstü insanlarımızın sağlıklarını koruyucu önlemler almadan gerekli düzenlemeler yapmadan sadece evde kalın demek kolaycılıktır.
Yetkililere düşen 65 yaş üstü için gerekli önlemleri almak, sosyal mesafe ve koruyucu sağlık hizmetleri konusunda gerekli adımları atmak, 65 yaş üstüne özel toplu taşıma ve mekan düzenlemeleri yapmaktır. Yoksa sadece “siz evde kalın” demek ne temel insan hak ve hürriyetleriyle ne de sosyal devlet anlayışıyla uyuşmamaktadır. İktidarın normalleşmeden anladığıyla milletimizin normalleşmeden bekledikleri arasında büyük bir uçurum bulunuyor.
"Ülkemizin hızla normalleşmesini istiyoruz"
İktidar 1 Haziran itibariyle normalleşme sürecini başlattığını ilan etti. Uzun yıllar sonra iktidarın, bir salgın hastalık sebebiyle bile olsa, ilk kez normalleşmeden bahsetmesi bizleri memnun etti. Çünkü, maalesef, ülkemiz son yıllarını hiç hak etmediği anormallikleri yaşayarak geçiriyor.
Özellikle demokrasi ve hukuk devleti standartları açısından 4-5 sene önceyle bile mukayese edilemeyen bir ülke haline geldik. Bir anda 20-30 yıl öncesiyle bugünler yoğun bir şekilde mukayese edilir hale geldi. 2010’larda birileri çıkıp 1990’lardan bahsetse kimse ciddiye almazdı. Bugün maalesef hemen her gün yaşanan olaylar, ortaya çıkan aktörler, işlenen hukuksuzluklar ve kötü yönetim örnekleri yaygın bir şekilde 1990’larla kıyaslanır hale geldi.
Hatta 1990’ları da geride bırakarak 1980’lerin, 1970’lerin uygulamaları konuşulur hale geldi. Hem de bizzat iktidarın sözcüleri tarafından. Hal böyle olunca, iktidarın normalleşmesiyle ülkenin acilen ihtiyaç duyduğu normalleşme arasında büyük bir uçurum oluşmuş durumdadır. Biz elbette ülkemizin hızla normalleşmesini istiyoruz. Ancak iktidarın normalleşmeden anladığıyla milletimizin normalleşmeden bekledikleri arasında büyük bir uçurum bulunuyor.
Siyasal krizimiz ekonomik krizimizi tetikliyor
Bu büyük uçurumun ismi demokrasidir, adalettir, özgürlüktür, hukuk devletidir, şeffaflıktır, yolsuzlukların durmasıdır, adam kayırmacılığın bitmesidir, refahın adil bir şekilde bölüşülmesidir, ekonomide işlerin rayına oturtulmasıdır ve hepsinden önemlisi her bir insanımızın haklarına, onuruna saygı duyulmasıdır. Bugün, Türkiye’de bir ekonomik kriz yaşadığımız için siyasal kriz yaşamıyoruz. Tam tersine, bir siyasal kriz, hukuk krizi, adalet krizi ve en önemlisi yönetim krizi yaşadığımız için ekonomik kriz yaşıyoruz. Hukukun keyfileştiği, adaletin olmadığı, özgürlüklerin baskı altına alındığı ve demokrasinin işlemediği ülkelerde ekonomik ve sosyal krizler de mukadder oluyor.
Ne yazık ki Türkiye’de de yaşadığımız budur. Siyasal krizimiz ekonomik krizimizi tetikliyor ve derinleştiriyor. Bu nedenle, normalleşme kavramını ülkenin nefes borularının açılması, dinamizminin önündeki engellerinin kaldırılması ve gençlerimizin yaratıcılığını körelten uygulamaların ortadan kaldırılmasına yol açacak şekilde daha geniş bir çerçevede ele almalıyız.
"Normalleşme ekonominin yolsuzluklardan kurtulmasıdır"
Yoksa normalleşme iktidarın anladığı gibi berber dükkanlarının, AVM’lerin, sinemaların, parkların açılması değildir.
Normalleşme ancak siyasetin normalleşmesi olursa değerlidir.
Normalleşme ekonominin yolsuzluklardan kurtulmasıdır.
Normalleşme ötekileştirilmenin bitirilmesidir.
Normalleşme sabah akşam birilerinin hain ilan edilmesine son verilmesidir.
Normalleşme medyanın tamamına yakınının papağan gibi aynı sloganları tekrarlamamasıdır.
Normalleşme bir tek insanımızın bile devletine dair aidiyet sorunu yaşamamasıdır.
Normalleşme tam demokratik bir hukuk devletinin inşa edilmesidir.
İktidar cürüm üstüne cürüm işlemiştir
İktidar milletimizin naifliğini ve nezaketini yanlış yorumlamış, bu dönemde cürüm üstüne cürüm işlemiştir. 28 Şubat aklıyla üniversite kapatmıştır. İfade hürriyetini daha da geriye götürecek adımlar atmıştır. STK’ları neredeyse tamamen yarı resmi organlara dönüştürecek adımlar atmıştır. Milletin oylarıyla seçilen belediyelere umursamazca kayyımlar atamıştır. Dağa taşa eski Türkiye’nin sloganları yazılmaya başlanmıştır. Ders kitaplarında yeniden eski Türkiye hastalıkları hortlayarak milleti bölen adımlar atılmıştır.
"Bu iktidarın demokrasiyle ne sorunu vardır?"
Buradan açıkça sormak istiyorum; bu iktidarın demokrasiyle ne sorunu vardır? Sayın Cumhurbaşkanı, Bakanının açıkça dile getirdiği Çin özentisine ne demektedir?
Doğu Türkistan’da kardeşlerimizi toplama kamplarında toplayıp 21. Yüzyılın en aşağılık zulümlerini yapan Çin modelini bu bakan niçin örnek göstermektedir? Bu fikirleri, size Çin zulmünün Türkiye mümessili yeni iktidar ortağınız mı aşılıyor?
2009 yılında baskılar daha bu düzeyde değilken bile Doğu Türkistan’daki Çin politikasını “soykırım” olarak tanımlayan sayın Cumhurbaşkanı şimdi niçin suskundur?
Bu fikirleri, size Çin zulmünün Türkiye mümessili yeni iktidar ortağınız mı aşılıyor? 28 Şubatçı, demokrasi düşmanı bu kıymetli yol arkadaşınız mı veriyor bu akılları?Büyük bir ülke olarak Çin ile ilişkilerimizi geliştirme zarureti yapılan zulümler karşısında sessiz kalmayı mazur kılmayacağı gibi Çin modelini Türkiye’ye taşıma gibi arkaik bir Maoculuğu da meşru kılamaz.
2009’da hem soydaşlarımıza sahip çıkmış hem de Çin ile ilişkilerimiz rasyonel bir zeminde geliştirmiştik. Çünkü o dönemde bütüncül bir strateji içinde AB, ABD, Rusya ve Çin gibi büyük güçlerle dengeli bir ilişki modeli uyguluyorduk. Şimdi ise, bu ülkelerle geçici ve dönemsel bağımlılığa dayalı edilgen bir dış politika uygulaması söz konusu. Birkaç ay ABD baş düşman edilerek bütün olumsuzluklar onunla ilişkilendiriliyor, birkaç ay sonra Trump en yakın dost ilan ediliyor. Trump’dan alınan tarihimizin en onur kırıcı mektubundan kısa bir süre sonra Washington’da bir teslimiyet tablosu çiziliyor.
Büyük iddialarla ve milyarlarca dolarla S-400 ler alınıp Rusya ile stratejik müttefiklik görüntüsü vererek Batı ittifakı içinde tartışmalar yaşadıktan sonra bu sistemin Nisan ayında devreye girmesi erteleniyor ve Mayıs ayında Karadeniz’de ABD ve Ukrayna ile birlikte bir hava tatbikatına katılınarak Rusya’ya mesaj niteliğe taşıyan bir adım atılıyor.
Dinamik uluslararası konjonktürde mesele-bazlı işbirliği öncelikleri geliştirmek doğrudur; ancak bunları konjonktürel bağımlılık ilişkisine dönüştürmek telafisi güç stratejik kayıplara yol açabilecek vahim bir hatadır.
Ülkemizin saygınlığına ciddi darbeler vuran bütün bu çelişkili ve savruk adımlar konusunda gelecek hafta daha detaylı açıklamalarda bulunacağım. Ancak bu aşamada vurgulamak istediğim husus şudur. Türkiye gibi bir ülke büyük güçlere konjonktürel bağımlılıklara dayalı bir dış politika anlayışı ve uygulaması ile itibarını da, çıkarlarını da koruyamaz.
Demokratik ve milli karakterden kopuşu yansıtan bu siyasi ve diplomatik savrulmalar içinde bocalayan iktidarın sözcüleri, bir taraftan da sürekli “milli ekonomi” nitelemesine başvurarak hamasetle durumu idare etmeye çalışmaktadırlar.
MİLLİ EKONOMİ 4 YIL ÖNCE 2,9 OLAN DOLARI 7 LİRA YAPMAMAKTIR
Şimdi açık ve net olarak bir kez daha vurgulamak istiyorum: Millilik hamaset değil yürek, akıl ve eylem işidir
Mili ekonomi, bundan 4 yıl önce;
2.9 olan döviz kurunu 7 liraya çıkartmamaktır.
Mili ekonomi, bundan 4 yıl önce;
11 bin dolar olan kişi başına geliri 9 bin dolara düşürmemektir.
Mili ekonomi, bundan 4 yıl önce;
49 milyar TL olan faiz harcamalarını 104 milyar TL’ye yükseltmemektir.
Mili ekonomi, bundan 4 yıl önce;
%6-7 bandında olan enflasyonu %12’ye çıkarıp milletin belini bükmemektir.
Mili ekonomi,
İsraf ve kötü yönetimle Merkez Bankasının 40 milyarlık yedek akçesine göz dikmemektir.
Mili ekonomi
Arka kapı operasyonlarıyla ülkenin 77 milyar dolarlık rezervlerini satmamaktır.
Bu çerçevede hamaset ile gerçeklik arasındaki farkı göstermek üzere geçtiğimiz hafta açıklanan 2020 yılı ilk çeyrek büyüme rakamlarına değinmek istiyorum. İktidar açıklanan büyüme sonuçları üzerinden her zaman yaptığı gibi bir “İLLÜZYON” oluşturmak peşinde.
AB, G20 ve OECD ülkelerinin büyüme rakamları tek tek sıralanıyor ve sözde “bizi kıskanan” tüm yabancılara karşı yeni bir kahramanlık destanı yazıldığı ifade ediliyor.
2019 yılının ilk çeyreğinde %2,3’lik küçülme olduğunu, baz etkisiyle 2020 yılı ilk çeyrek büyümesinin %4,5 olarak gerçekleştiğini söylemiyor elbette.
2018 yılının ilk çeyreğinden 2020 yılının ilk çeyreğine 2 yıl boyunca toplam büyüme yalnızca %2,1 olmuştur.
Yıllık potansiyel büyüme oranı %4-5 olan Türkiye, ekonomi yönetiminin beceriksizliği ve liyakatsizliği nedeniyle 2 yıl boyunca toplam %2,1 büyüyebilmiştir.
ÜLKE EKONOMİSİ SERBEST DÜŞÜŞ HALİNDEDİR
Aynı dönemde ülkemizin Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçiş ile birlikte uçacağı iddiaları da hafızalardadır.
Bırakın uçmayı, rakamların da açıkça gösterdiği ülke ekonomisi serbest düşüş halindedir.
İktidar ne kadar gizlemeye çalışsa da Türkiye yakın tarihinin en yakıcı iktisadi krizini yaşıyor.
Bugün kişi başına düşen milli gelirimiz 2007 yılının gerisine düşmüştür. Türkiye bugün kişi başına gelirde 2007’den daha fakirdir.
Reel olarak yatırımlar iki buçuk yıl önceki, vatandaşın tüketimi iki yıl önceki seviyelerindedir. Şubat 2020 rakamlarına göre işsizlik %13,6 seviyesindedir. Yani her 7 kişiden biri işsizdir. Tarım dışı işsizlik %15,6 düzeyindedir. Başka bir deyişle şehirlerde yaşayan nüfusta her 6 kişiden biri işsizdir.
En vahimi ise %24,4 düzeyine ulaşmış olan genç işsizliktir. Her 4 gencimizden biri işsizdir. Geçtiğimiz yıla göre 2,1 milyon vatandaşımız iş bulma ümidim yok diyerek iş gücünden çıkmıştır.
Demokrasiyi, hukuku, özgürlükleri, şeffaflığı ve dünyaya açıklığı bu ülkenin yolu olmaktan çıkaranlara inat geçtiğimiz yıl manifesto olarak bilinen açıklamamdaki şu hususların altını tekrar çizmek isterim;
“-Güçlü bir yatırım ortamı için ön şart demokrasi ve hukukun üstünlüğüdür.
-Rekabetçi bir ekonomi ve girişimci dostu bir yatırım ortamı öngörülebilirliğin sağlandığı, kuralların herkese eşit uygulandığı, mülkiyet hakkının güvence altına alındığı bir ortamda kurulabilir.
Hızla, sorunların kaynağını kendinden başka her yerde arayan, yaptığı tutarsız müdahalelerle Türk ekonomisine zarar veren yaklaşım terk edilmeli, ulusal ve uluslararası yatırımcıların güveni yeniden tesis edilmelidir.”
Türkiye’de bir ekonomik kriz olduğu için siyasal kriz yaşamıyoruz. Bir siyasal kriz yaşadığımız için ekonomik kriz yaşıyoruz
Burada bir kez daha tekrar vurgulamak istiyorum. Türkiye’de bir ekonomik kriz olduğu için siyasal kriz yaşamıyoruz. Aksine, Türkiye’de bir siyasal kriz başka bir ifadeyle bir yönetim krizi yaşadığımız için ekonomik kriz yaşıyoruz.
Daha zengin ve bereketli bir sofranın yolu daha adil bir yargı sistemi, daha hakkaniyetli bir hukuk düzeni ve daha demokratik bir siyasal sistemden geçer.
Ekmek sorunumuz temelde bir adalet sorunudur.
Türkiye’nin hem ekmek hem adalet sorunu için Gelecek Partisi olarak var gücümüzle çalışmaya ve politika önerileri yapmaya devam edeceğiz.
Doğru olanı destekleyecek, yanlışın ise karşısında duracağız.
Türkiye’nin enerjisini dünün kavgalarıyla heba etmeye değil, yarının siyasetini kurmak için harcayacağız.
Dünün kavgalarına değil yarının siyasetine ve Türkiye’sine talibiz.
Bu bağlamda konuşmamın son bölümünde partimizin önümüzdeki dönemde yapacağı çalışmalarla ilgili de bilgi vermek istiyorum.
Kısıtlı da olsa başlayan normalleşme ile birlikte önümüzdeki dönem çalışmalarımız hem muhteva hem etkinlik bakımından büyük bir ivme kazanacaktır.
Son Parti Başkanlık Kurulu toplantısında aldığımız kararları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle, bundan sonraki kamuoyu açıklamalarımızı evden değil, bugün İstanbul İl Başkanlığımızdan olduğu gibi sosyal mesafe kurallarına dikkat ederek kurumsal mekanlarımızdan yapacağız.
Ancak, riskin hala devam ettiğini de göz önünde bulundurarak kurallarına kurul ve birim toplantılarını dijital ortamda yapmayı sürdüreceğiz.
GENEL MERKEZİMİZİN AÇILIŞINI BU AY İÇİN YAPACAĞIZ
İkinci olarak, tadilat çalışmaları tamamlanmakta olan Genel Merkezimizin açılışını da bu ay içinde gerçekleştirerek kurumsallaşma yönünde güçlü bir adım daha atmış olacağız. Genel Merkezimizdeki çalışmalarımız Sağlık Politikaları Kurulumuzun tavsiyeleri doğrultusunda planlanacak ve uygulanacaktır.
53 il, 172 ilçe, 600’ün üzerinde mahalle başkanı…
Üçüncü olarak, karantina sürecinde her türlü olumsuz şarta rağmen ivmesini kaybetmeyen teşkilatlanma çalışmalarını ivmesi artarak devam ettireceğiz. Şu anda 53 il başkanımız 172 ilçe başkanımız atanmış bulunmaktadır. Ayrıca Ankara’da 200, İstanbul’da 150, Konya’da 50, İzmir’de 40 mahalle başkanımız da görevlendirilmiş durumdadır. Bütün illerimizde bu çalışmalar hızla devam etmektedir.
81 İLDE TEŞKİLATLANMAMIZ TAMAMLANMAK ÜZERE
Size bir müjde olarak ifade etmek isterim ki, Büyük Kongre yapma şartı olan 41 ilimizde il kongrelerimizi yapma noktasına gelmiş bulunuyoruz.
81 ilimize atamalarımızı da en kısa sürede tamamlayacağız.
Bu yaz içinde bütün illerimizde örgütlenmemizi tamamlayarak hangi tarihte yapılırsa yapılsın her seçime kendi irademizle ve kendi gücümüzle katılmaya kararlıyız.
Dördüncüsü, daha önce duyurduğumuz aylık ekonomi değerlendirmelerinin ilkini ekonomi kurul üyelerimizle birlikte basın toplantısı şeklinde yine sosyal mesafe kurallarına dikkat ederek 15 Haziran’da gerçekleştireceğiz.
Bu toplantılarda hem ekonomide gelecek vizyonumuzun ana esaslarını hem de her bir sektör ve sorun alanı ile ilgili kısa, orta ve uzun vadeli çözüm planlarımızı sizlerle paylaşacağız.
Beşincisi, AR-GE birimimiz tarafından sürdürülen Koronavirüs sonrası Dünya ve Türkiye ile ilgili olarak yürütmekte olduğumuz çalışmasını tamamlayarak bir vizyon dökümanı olarak kamuoyumuza sunacağız.
Altıncısı, iki hafta önce Part-içi Eğitim Birimimiz tarafından başlatılan Geleceğe-Bakışlar programı haftalık vizyon konuşmaları şeklinde sürdürülecektir.
Yedincisi, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı vesilesi ile başlattığımız “Gençlerle Geleceğe Doğru” başlıklı interaktif sohbet programımız ülkemizin her kesiminden ve her bölgesinden gençlerimize açık bir şekilde aylık periyotta sürdürülecektir.
Ve nihayet gelecek vizyonumuz açısından son derece önemli bir adım daha atıyoruz. Önümüzdeki günlerde uzmanların da katıldığı “Yeni Anayasa ve Yönetim Sistemi” çalışma grubunu oluşturacağız.
Bu çalışma grubunun hazırladığı ilkesel nitelikli yeni anayasa ve yönetim sistemi taslağını yaz ayları içinde yapmayı planladığımız Büyük Kongremize sunmayı planlıyoruz.
Bu çalışma ile sayın Bahçeli’nin reform çağrısı çerçevesinde daha da otoriterleştirilmeye çalışılan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine karşı alternatif demokratik sistem teklifimizi ortaya koyacağız.
Gördüğünüz gibi, bir taraftan yapıcı eleştirilerimiz yanında gelecek vizyonumuz ortaya koyan çalışmalar yapıyor, diğer taraftan Genel Merkez’den mahallelere kadar inen bir teşkilatlanma ile toplumumuzun kılcal damarlarına nüfuz etmeye başlıyoruz.
Gelecek partisi şu ya da bu partilerle geçici seçim ittifakı yapmaya değil, milletimizin her kesimiyle kalıcı gönül ittifakı yapmaya gelmektedir.
Gelecek Partisi bir kişiye, bir aileye, dar bir gruba, sınırlı bir bölgeye, içine kapanık bir toplumsal kesime değil, bütün bir millete aittir.
Çok yakın bir zamanda toplumsal dokumuzdan beslenen bu hareketin dalgalar halinde Anadolu’nun ve Trakya’nın her bir köşesine yayıldığını göreceksiniz.
Gelecek Partisi, konjonktürel parlamalara dayalı bir seçimlik bir hareketlenmenin ürünü değil, demokrasi tarihimizin köklerinden beslenen bir dinamizmin ürünüdür.
Bu hareketin geleceğini, medya ambargoları, anket manipülasyonları ya da algı operasyonları değil, milletin iradesi belirleyecektir.
Gelecek Partisi millet iradesinin sözcüsü ve geleceğe taşıyıcısı olacaktır.
Gelecek Partisi geçmiş hesaplaşmaların değil, gelecek inşasının partisidir. Tepkici değil vizyonerdir.
Taklitçi değil özgündür.
Kompleksli değil özgüvenlidir.
Fırsatçı değil, ilkeseldir.
Bu topraklara ait olmak bakımından milli, dünyaya açık olma perspektifinden evrenseldir.
Evlerimizden çıkmaya başladığımız bugünlerde dar ve kalıpçı mahallelerimizden de çıkalım. Komşular arasında fitne çıkarmaya çalışanlara inat hangi görüşten olursa olsun komşularımızla selamlaşalım. Omlar ortak bir geleceğe el ele yürüyeceğimiz kader arkadaşlarımızdır.
Biz Gelecek Partisi’ni bu kader arkadaşlığı üzerine kurduk.
Gelecek Partisi sizin geleceğiniz içindir.
Özetle Gelecek Partisi sizindir.
Gelecek ise hepimizin.