Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Şiddetli yağmur
4°
Ara
Damga Gündem Çarpıtmanın bu kadarına da pes doğrusu

Çarpıtmanın bu kadarına da pes doğrusu

Ali Tarakçı “Madenlerimiz yerin altında mı kalmalı?” başlıklı bir yazı yazmış. Gazete Damga’da yazının girişi var ama devamında “Şarkul Avsat” diye bir siteye yönlendiriliyorsunuz. Demek ki yazı, bu site için kaleme alınmış. 

Okunma Süresi: 7 dk

Ali Tarakçı “Madenlerimiz yerin altında mı kalmalı?” başlıklı bir yazı yazmış. Gazete Damga’da yazının girişi var ama devamında “Şarkul Avsat” diye bir siteye yönlendiriliyorsunuz. Demek ki yazı, bu site için kaleme alınmış. 
Fark etmez, konumuz, yazının nerede yayınlandığı değil, içeriğiyle ilgili.
***
Madenlerimiz yerin altında mı kalmalı sözü bir yanıltmadan ve lafazanlıktan ibarettir! Evet, aynen böyle çünkü doğayı, çevreyi talan edenlerin ve bu talana izin verenlerin halkı aldatma cümlesi budur. Ülkeyi savunma adına söyledikleri bu cümle aslında talancıların savunmasıdır ve daha kötüsü, bu savunma cümlesi aslında içerisinde bir saldırganlık taşımaktadır!
***
Kimse madenler yerin altında kalsın demiyor. Kaz Dağları’ndaki altın madenciliğine karşı çıkmak, madenler yerin altında kalsın anlamına gelmez! Öyle maden işletmeleri vardır ki, çıkarılmaktansa yerin altında kalmasında fayda olabilir. Bu bir hesap işidir. Bu tür hesaplar ise şirketlerin çıkarlarına göre değil, bölgenin, toplumun, insanın yaşam çıkarlarına göre yapılır. 
***
Madencilik faaliyetinin en tartışmalı alanı da altın madenciliğidir. Çünkü altın çıkarılmasının çevresel etki ve işleme sahası çok büyüktür. 1 gram altın için 1 ton kaya parçası un haline getirilmektedir. Altının ayrıştırılmasının en büyük yöntemi de (yaklaşık %90’lar civarında) siyanürdür. Dünyanın her tarafında bu böyledir. Burada ince bir nokta var; siyanür havuzlarının teknik yapısı ve kontrolü. Zamanla siyanür çözünür olmakta ve tehlike geçmektedir. Fakat o zaman dilimindeki önlemlerin yeterliliği bizim gibi ülkelerde hep bir soru işareti olarak kalmakta. Çünkü bu bir maliyet meselesi. Tehlikenin boyutları bakımından (https://m.bianet.org/bianet/.../129955-turkiye-nin-siyanur-tehlike-haritasi) yazısı okunabilir.
***
Tarakçı diyor ki, “Türkiye'de her yıl 300 bin ton siyanür kullanılıyor, altın aramak için bunun sadece 4 bin 500 tonunu kullandığımızı biliyor musunuz?” Bu rakamları vererek ey millet bakın 300 bin ton nerede, altın kullanımı için 4 bin 500 ton nerede, niye telaş ediyorsunuz ki demek isteyen Tarakçı, siyanürün kullanım sahasının niteliğinden doğan risk boyutunu kaş ile göz arasında saklıyor! Hâlbuki o 4 bin 500 ton var ya, milyonlarca tonluk bir bileşiğin içinde bulunuyor ve bu nedenle çözelti süresince saklanması büyük risk oluşturuyor.
***
Evet, her madencilik faaliyeti zorunlu olarak şu veya bu ölçüde bir tahribat yaratır. Burada önemli olan, tahribatın getirisinin ve götürüsün ne olduğudur?
***
Başta bakanlık, şirketler ve onların medya propagandacıları altın madenciliği güzellemesi yaparken çok önemli bir noktanın üzerini örtüyor ya da ona değinmekten kazınıyorlar. Bu çıkarılan altının yüzde kaçı Türkiye maliyesine kalıyor? Ve çıkarılan altın miktarının ne kadar olduğunu devlet yeterince kontrol ediyor mu, yoksa şirketin beyan esasını mı kabul ediyor?
***
Kaz Dağları’ndaki protestolara neden olan bölgeden altın çıkaracak olan şirket burada 3 milyon onsluk bir rezervin olduğunu söylüyor. Bunun piyasa değeri takribi 4 milyar 500 milyon dolar. Şimdi dikkat; bunun %4’ü Türkiye’ye maliyesine kalıyor, yani 180 milyon dolar! Şirket ne kazanacak? İşletme maliyetleri çıktığında takribi 4 milyar dolar! Denilecek ki, orada insanlar iş sağlıyor, devlete bir katma değer yaratıyor vb.
***
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun; bu madenden sağlanan gelir miktarı, o bölgenin tahribatına ve daha kötüsü, oluşturduğu riske değer mi? 
Şirket orayı olduğu gibi bırakıp altını alıp gidecek!  
Ben altın çıkarılmasına karşı değilim. Ancak böyle altın çıkarılacaksa, çıkarılmasın, bırakın yer altında kalsın!

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak”
Uğur Mumcu’nun güzel bir sözüdür bu. 
Tarakçı Havuz medyasının iftiracı, yanıltıcı etkisinde kalmış olacak ki, onların söylediği bir ifadeyi burada tekrar ediyor. 
***
Tarakçı “Aynısı Bergama'da yapıldı. İlginçtir yurt dışı kaynaklı şirkete, ortak olmak isteyen Ege merkezli, Türkiye'nin en büyük holdinglerinden biri ortak olamayınca, bizzat protesto gösterilerin arkasında organize eden, destek veren olarak kamuoyuna yansımıştı. Sonra ne oldu hatırlayan var mı? FETÖ firarisi Akın İpek, şirketin sahibi olunca kamuoyunda hiç protesto gösterileri duydunuz mu? Ben hatırlamıyorum.” diyor. Hatırlamazsın tabi, çünkü bu ezberi tekrar ediyorsun. 
***
Bergama altın madeni serüveni ne zaman başladı, nasıl gelişti ve İpek Koza orayı ne zaman aldı? 
Bergama dosyasında “1992’den beri hukuki mücadeleyi yürüten avukatlardan Arif Cangı, kitlesel eylemlerin 2000’lerin ortasında sönümlendiğini, yargı kararlarının uygulanmamasının köylüleri yıldırdığını belirtiyor.” Peki, 2000’lerde pes ediliyor ama maden 2005 yılında İpek Koza’ya devrediliyor. Arada var 5 sene. O insanların ne mücadele verdiklerine dünya âlem şahit. Ama iktidar bildiğini okudu. Bu çevre mücadelesini getirip FETÖ’cü İpek Koza’ya bağlamanın ne anlama geldiğini bir düşün Tarakçı! Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak böyle bir şey işte!
Bu konuda (https://bianet.org/.../160766-bergama-altin-madeni-direnisi-topragin-bekcil) sitesinden bilgi alınabilir. 

Sapla samanı birbirine karıştırmak
İki farklı yapıya sahip ‘şeyi’ birbirine karıştırmak, aynıymış gibi göstermek, yaygın olarak kullandığımız bir yöntem. Çünkü bu bir savunma psikozu. Bir görüşü geçersizleştirmek için onunla biçimsel benzerlikler taşıyan bir başka görüş veya durumu ileri sürme yolu. Fakat bu sağlıklı bir yol değil çünkü olayın, olgunun, görüşün örneklenen şeyden özü farklı. 
***
İşte Tarakçı’nın söyledikleri bunun tipik örneği. Her yıl ortalama 1.779 hektar orman yandığını söyleyen Tarakçı “Kirazlı Tepe Mevkii'ndeki 201 hektarlık alanın tam 387 katı. 2017 yılında Ege'de yanan ormanlık alanı toplamı 2 bin hektar. Kirazlı Tepe Mevkii'ndeki 201 hektar için kıyamet koparılıyor ya...” 
El insaf demekten başka içimden bir şey gelmiyor!
***
Kirazlı Tepe’deki ağaçların kesilmesine kıyamet koparanlar niye yanan ormanlar için aynı tavrı göstermiyorlarmış? Çıkar için yakılan orman yangınları hariç, ormanlarımız niye yanıyor diye bir protesto olabilir mi? Örneğin Muğla Güvercinlik adasında çıkan yangın bölgesinin yerine tümün kapsayacak şekilde otellerin yapıldığı, fotoğraf ve uydu görüntüleriyle sabit. İnsanlar bunu protesto ettiler.
***
Kirazlı’daki ağaçların kesilmesini protesto edenler neden orman yangınlarını protesto etmiyorlarmış? Böyle bir soru olabilir mi? Tarakçı, senin evinin önünden, sokağından, parkından ağaçlar kesilse protesto etmez misin? Birisi gelse sana dese ki, “Yahu sen ne biçim adamsın, yanan ormanları görmüyor, protesto etmiyorsun, şimdi kalkmış kıyameti koparıyorsun!” dese, ne dersin?
***
Orman yangınları söndürmede neden araç gereç yetersizliği taşıdığımız eleştirilmelidir. Cumhurbaşkanı’nın onca uçağı varken, kamuda on binlerce araç sefası sürülürken neden yangın söndürme uçaklarımız, araç gereçlerimiz yetersiz? Orman yangınlarına karşı soracaksan bu soruları sor! 
***
Tarakçı’nın yaptığı bu müthiş algı taktiği hızını kesmemiş olacak ki, “Başka bir hatırlatma daha yapayım. Ağaçlarımız kesilmiş diye itiraz edenlere sorayım, evinizdeki ve işyerinizdeki ağaç mobilyalar, okuduğunuz kitap ve gazeteler, evinizin şöminenizde yanan ağaçlar sahi nereden geliyor?” geliyor diye devam ediyor.
***
Bu paragrafı yazmadan önce birazcık orman mühendisliğine ilişkin birkaç makale okusaydı, orman gençleştirme nedeniyle kesilen ağaçlar, kâğıt için üretilen fidanlıklar, ağaç budama yoluyla elde edilen odunlar konusunda bilgi sahibi olurdu. Tamam, bu arada kimi kaliteli mobilya için iyi ağaçlar da kesilmektedir. 
***
Bu durumdan hareketle, yani ağaç kaynaklı bir yığın eşyamız için ağaç kesilmesine ses çıkarmıyorsunuz ama maden için kesilen ağaçlar için ayağa kalkıyorsunuz diyen Tarakçı, insanlar bu kadar basit bir gerçeği dahi düşünemiyorlar. Onların kusuruna bakma!
***
İşte Tarakçı’nın flaş cümlesi: “Çevre konusunda en çok duyarlı olanlar, en çok yazanlar nerelerde yaşıyorlar dersiniz? Merak ediyor musunuz? Ben merak ediyorum.” diyen Tarakçı’nın merakını giderelim. 
Aslında bu soru cümlesinde neyi kastettiği, yine cümlenin içerisinde örtülü olarak var: Yazlıkları olan, gelirleri iyi olan, iktidara kronik muhalif olan vb. 
***
Türkiye’de daha çok Kürt sorunuyla ilgili muhalif görüş sahipleri için iktidar “Boğazda viskisini yudumlayan enteller” şeklinde bir aşağılama, siz ne bilirsiniz toplumu tarzı bir etkisizleştirme dili kullanırdı. Bu paragrafın bu dilden ne farkı var. 
***
Tarakçı, tarihte toplumları ileriye, değişime doğru zorlayanlar ya da klasik deyimle devrimler, fakir sınıfların işi değildir! Dikkat ederseniz burada fakirliği salt ekonomik değil, daha çok kültürel olarak kullanıyorum. Çünkü bir bilinç, bir sahicilik, bir dokunma, bir gelecek meselesidir! O protestolara katılanların birçoğuyla hayata dair görüşlerimiz benzeşmeyebilir de. Önemi olan, ilgili konudaki eylem birliğidir!
***
Bütün bir yazının dili, karşılaştırmaları, kısacası fikriyatı hoş değil. Tarakçı’nın tartışmalarda uç şeyler söyleyerek konuyu renklendirmek istediğini, böyle bir tahrik yönü olduğunu biliyordum ama bu kadarını da beklemiyordum doğrusu.
***
Yazının sonunda “Madenlerimiz yerin altına terk edilmemeli ancak kamuya da ek yükler getirilmeyecek önlemler mutlaka alınmalıdır.” cümlesini yazsa da, bu cümle yazıyı kurtarmaya yetmiyor.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *