Şu resme bakın.
Ne hissediyorsunuz?
Yüreğiniz yanıyor, vicdanınız sızlıyor mu?
Bu resme bakarken bir acı duyuyorsanız, siz yaşamdan, iyiden yana, kötülüğe karşısınız demektir!
***
Bu resim Afrika’da veya Latin Amerika’da değil, Türkiye’de! Hem de Kaz Dağları’nda; oksijenin, suyun, ormanın ve hayatın en verimli ürediği bir alanda.
***
19. yüzyıl sömürge ülkelerindeki talana benziyor. Bu iktidar bu ülkeye bir sömürge muamelesi yapıyor! Bu nasıl bir iktidardır ki ülkenin insanına, suyuna, dağına taşına, börtü böceğine, ormanına, balığına, havasına bu kadar düşmanlık ediyor?
***
Bütün bu tahribatın nedeni sırtlan şirketlerin para kazanması mı? Bunlara izin veren iktidar nasıl bir dünya görüşüne sahip ki, ülkeye düşmanlık ediyor? Bu nasıl bir ideoloji, bu nasıl bir dünya görüşü, bu nasıl bir yaşam sevgisi? Bunlar nasıl insanlar, anlamakta zorlanıyorum!
***
Altın arayan Kanada firmaları, kendi ülkelerinde bu alçaklığın binde birini yapamazlar! Ama bizim ülkemize müstemleke muamelesi yapıyorlar. Fakat buna izin veren kim? Asıl sorumlu bu iktidar değil mi?
Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı açıklamasına bakar mısınız?
“Söz konusu maden faaliyetlerinde bulunan firma, mevzuat gereği 2 farklı noktada hatıra ormanı oluşturarak, 14 bin fidan dikimi gerçekleştirdi. İddialarda yer alan alanda kesilen ağaç sayısı ortaya atıldığı gibi 195 bin değil, 13 bin 400’dür. Maden bölgesi Kaz Dağları’nda değil, Kaz Dağları’na yaklaşık 40 kilometre uzaklıktaki Kirazlı Balaban Tepesi’ndedir. Altın madeninde siyanür ve benzeri kimyasallar kullanılmayacakmış! Türkiye altın ithalatına 8,5 milyar dolar ödüyormuş!”
***
Bakanlık toplumla dalga geçiyor, Şahan Gökbakar’ın dediği gibi bizi salak yerine koyuyor!
Hâlbuki bu açıklamanın gerçekle ilgisi yok!
Kirazlı Tepesi, Kaz Dağlarında değilmiş, 40 km. uzaktaymış falan filan!
En hafif deyimle ayıp, ayıp!
Altın ithalatına 8,5 milyar dolar ödüyoruz diyerek bütün bu doğa katliamına kılıf diken Bakanlık, sanki çıkarılacak altın Merkez Bankası kasasına girecekmiş gibi bu ve buna benzer katliamlara kılıf dikiyor. Çıkarılacak altının yüzde kaçının devletin maliyesine gireceğini gizleyen Bakanlık, mızrağı çuvala sığdırmaya çalışıyor.
***
Doğamızın, hayatımızın mahvına sebep olan o sırtlan şirketler, yerli ortaklarıyla birlikte altını kasalarına koyup gidecekler!
Bütün bunları yutmuyoruz, iktidara inanmıyoruz! Bu tür uygulamalarınız toplumda sanmayın ki bir rızaya dayanıyor. Hayır!
Şimdi de Salda Gölü’ne el attılar!
Öfke duymamak mümkün değil!
***
Bu konuda yazmaya karar verdiğimde facebook sayfamda değerli arkadaşım Mirza Arabacı’nın yazısını gördüm. Dilimin ve duygularımın tercümanı bir yazı olması nedeniyle, Arabacı dostumun yazısını aynen alıntılayarak sayfama ekliyorum.
***
“Tarihe Mahcup Olmak” başlığı altında şöyle yazmış Mirza:
“İnsanın nutku tutuluyor.
İnanası gelmiyor.
Elleri böğründe öylece kalakalıyor.
Düşünüyor:
Bu ülkenin toprağı, -taşı, kurdu-kuşu, ağacı, ormanı, çiçeği-böceği bu kadar sahipsiz midir?
Bu ülke kimindir?
Bir avuç azınlığın mı, yoksa herkesin, hepimizin mi?
Yönetici olarak seçtiğimiz bu azınlık toplumu ilgilendiren kararları tek başına ve çoğunluğu hiçe sayarak alıyorsa, ortak bir gelecek hayali olabilir mi?
Bu ülkede barış, huzur olur mu…
***
Kazdağları’ndan söz ediyorum.
Al sana dağ, al sana orman, tepe tepe kullan, kaz, kes, yağmala, talan et…
Yetmedi mi?
Al sana teşvik…
Altın madeni çıkart.
Kuzey Marmara’nın akciğerleri, dünyanın ikinci oksijen deposu Kazdağları Kanadalı GOLD şirketine peşkeş çekiliyor.
ÇED raporuna göre 45 bin (Yazıyla kırk beş bin) ağaç kesilmesi gerekirken, 195 bin ağaç kesildi.
Üstelik altın çıkarmak için siyanür kullanılacak.
Yani zehir.
Ağaçları kesmekle kalmayacaklar, sular da zehirlenecek.
Hayvanlar, bitkiler, endemik hayat hepten yok olacak.
Ot bitmeyecek, ağaç olmayacak, hayvan, kuş, böcek barınamayacak.
Ormanlar ortasında zehirli bir çöl…
Karşılığında şirket altın çıkaracak, karına kar katacak.
Ya biz?
Ülke, vatan, habitat…
Akıl alacak gibi değil.
Bugüne kadar nereye el attılarsa elde kaldı, nerede bir dere varsa kuruttular, nerede bir orman varsa çöl yaptılar.
Sıra Kazdağları’nda..
Dün Resmi Gazetede yayımlandı.
Bu tahribatı yapacak olan şirkete devlet 865 milyon lira teşvik veriyor.
Darağacını kendi kuruyor, ipini, sandalyesini veriyor, fermanı yakasına takıyor, cellada “hadi aslanım as” diyor…
Niçin?
Ülkeye yabancı sermaye çekiyormuş…
Vergi alacakmış.
Şirket 3.8 ton altın çıkaracak bize de vergi verecek!
Orman bedava, enerji bedava, üstüne üstlük bir de “teşvik” adı altında 866 milyon para.
Bunun bir adı olmalı.
Şirket kim?
Kanadalı çokuluslu bir şirket, GOLD…
Sadece ülkemizde değil faaliyet gösterdiği her yerde yarattığı tahribatla ünlü bir şirket.
Sizi bilmem ama ben düşünüyorum:
Sömürgeciler ülkemizi işgal etseler daha fazlası ne olurdu?
İnsan kendi toprağına, dağına, deresine, ormanına, vatanına düşman olur mu?
Tarım Bakanı açıklamış.
“Kesilen ağaç sayısı 195 bin değil, 45 bin. Maden sahası Kazdağları’nda değil 40 km ötede. Kesilen ağaçların yerine yenileri dikilecek…”
Cevaba lüzum yok, elinizi vicdanınıza koyun fotoğrafa bakın!
Ve düşünün:
Bergama’yı, Karadeniz’in yaylalarını, Munzur’u, Erzincan’ı, Trakya’yı, İstanbul’da deprem toplanma yerlerini bile imara açan, yeşil alanları ranta kurban eden, Kuzey Marmara’yı, Bursa’yı…
Sel felaketinde kaybolanların cesetlerini ancak 10 gün sonra bulabildiğimiz Düzce’yi…
Geçmişi hatırlayın.
Yasanın açık hükümlerine rağmen, yanan orman alanlarında yükselen tatil köylerini, lüks villaları… Maden alanlarının iş bittikten sonra nasıl kaderlerine terk edildiğini hatırlayın…
Buralara ağaç dikilecekmiş…
Bizi aptal olarak görüyorlar.
***
Biz bu hale nasıl düştük?
Nasıl bu kadar vurdumduymaz, nasıl bu kadar basiretsiz olduk?
Gözlerimizi kapatarak, üç maymunu oynayarak, korkarak, geçmişimizi, tarihimizi unutarak…
Tanpınar.
“İnsan aklı unutmanın şerbetine ekmek kadar muhtaçtır” diye yazmıştı.
Bizler hatırlamayı değil, unutmayı seçtik.
Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz.
Çocuklarımıza, sonraki nesillere ne bırakacağımızı düşünmeliyiz.
Dereleri kurumuş, ormanları yok olmuş, toprakları zehirlenmiş, yaban hayatı ölmüş, bitmiş, tükenmiş bir ülke…
“Çanakkale Geçilmez” diyenlerin 100 yıl sonra Çanakkale’yi uluslararası sermaye çevrelerine peşkeş çekmesi tarihin bir paradoksu.
“Çanakkale Geçilmez” diyenlerin suskunluğu ise şaka gibi.
Eğer bu katliamı durduramazsak, mahcup yaşayıp, mahcup öleceğiz.
Ne çocuklarımız bizi affedecek, ne de tarih…
Biz nasıl bu hale geldik?”