Soylu'nun açıklamaları şöyle:
"Bildiğiniz gibi 25 Kasım, tüm dünyada ve bizde, kadına yönelik şiddetle mücadele günü olarak ilan edilmiştir. Uluslararası alanda böyle bir gün varsa, demek ki küreseldir ve tüm insanlığı ilgilendirmektedir. Farklı kültürlerde, farklı zamanlarda bu konuda yaşanmış pek çok hadise, pek çok mağduriyet var. Kur'an-ı Kerim'de kız çocuklarının öldürülmemesi, kadınlara güzel davranılması yönünde ayetler, hatta bizatihi Nisa isminde bir sure var. Yine bu konuda bizzat Resulullah'ın hadisi şerifleri, ikazları, kendi hayatındaki örnek davranışları, nezaketi ve hassasiyeti var.
Burada insanların özel hayatları ve aile hayatları söz konusu. Burada her şey daha çok polisle olmuyor. Bu davranışın sebebi nedir, tetikleyicisi nedir, insanlar hangi psikolojiyle böyle bir suçu işler, personelimizi, neyi doğru yaparsak neticeyi değiştiririz, topluma, kamu personeline, sivil topluma hangi mesajı vermeliyiz, personelimizi nasıl eğitebiliriz, yöneticilerimiz nelere dikkat etmeliler, başka hangi adımları atabiliriz, dünya bu konuda ne yapıyor, şikayet ve bildirim mekanizmasını nasıl daha iyi bir noktaya taşırız.
"BU KANUN BİR MİLATTIR"
İşte bunları doğru değerlendirmek, ve bana göre en önemlisi, bütün doğruları aynı anda ve gecikmeden yapmak durumundayız. Şunu kabul etmek gerekir ki Türkiye, AK Parti hükümetleriyle birlikte bu meselede samimi bir gayret ortaya koymuştur. Bunun en önemli ve kilit adımı da 2012 yılında kabul edilen 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'dur. Türkiye'de daha önce örneği olmayan önemli bir adımdır, bana göre de aile içi ve kadına yönelik şiddetle mücadelede milattır.
Mağdur olan kadına ve beraberindeki çocuklara, barınma yeri sağlanması, geçici maddi yardım yapılması, psikolojik, mesleki, hukuki ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi, hayati tehlikesinin bulunması halinde, ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınması, kanunun mülki idare amirlerimize verdiği yetki ve sorumluluklardandır. Yine aynı kanunda kolluk birimlerimize de gecikmesinde sakınca bulunan hallerde koruyucu ve önleyici tedbir alabilme imkanı getirilmiştir.
"LÜTFEN TEDBİR KARARI VERMEKTE ÇEKİNMEYİN"
Bu noktada şunu ifade etmek isterim, gerek kolluk birimlerimiz, gerek mülki idare amirlerimiz, böyle bir mesele geldiğinde lütfen tedbir kararı vermekten çekinmesinler ve gecikmesinler. Çünkü sonrasında 'eyvah' yetmez. Hatta 'bu kararları verirken gecikmeyin' demek bile belki doğru değil, 'acele edin' demek lazım. Öyle hassas davranın ki şiddet mağduru bir kadın, sizin yanınızdan asla tedbir alınmamış şekilde çıkmasın. 'Gittim ama bir şey yapmadılar' demesin. Elbette ki bu konuda sadece 6284’le sınırlı kalmış değiliz. Yine AK Parti hükümetleri döneminde Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planları hazırlandı. Üçüncü plan 2016-2020 arasını kapsıyordu, şimdi dördüncüsü hazırlanıyor.
"ÖNLEYİCİ TEDBİRLER YÜZDE 70 ARTMIŞTIR"
Burada maksadımız, ihbar ve şikayet imkanlarını genişletebilmekti. Bu sayı artışıyla bunu temin edebildik mi? Evet dün de ifade ettim, tekrarında yarar görüyorum, geçen yılın ilk 10 ayına göre aile içi ve kadına yönelik şiddet olaylarında başvuru ve ihbar sayısında bu yıl yüzde 37'lik artış görüldü. Hedefimiz bu artışı sağlamak, örtülü kalan olayları gün yüzüne çıkarabilmek ve buna devlet olarak tedbir almayı sağlayabilmektir. Bu sayısal artış, bize bu iletişim kanalların açıldığını, mağdurların emniyet birimlerine daha rahat ulaşabildiğini göstermektedir.
Bununla birlikte bir başka önemli gelişme yapılan başvuruların artmasına rağmen, geçen yılın 10 aylık dönemine göre bu yılın 10 aylık döneminde alınan tedbir karar sayılarında ise yüzde 46'lık bir artış yaşanmasıdır. Demek ki doğru bir istikamette gidiyoruz. Yani yapılan başvurulara kolluk birimlerimizin de artan bir ilgiyle cevap verdiğini görüyoruz. Aynı şekilde önleyici tedbir kararı verilen kişi yani şiddeti uygulayan şüpheliye dönük olarak alınan önleyici tedbir kararlarında da geçen yılın 10 ayına göre yüzde 70 oranında artış yaşanmıştır.
"DEVLETİN NE YAPTIĞINI SİZE ANLATAYIM"
Birtakım ideolojik dernekler var. İşleri siyaset, hükümet, devlet. Ne güzel bir kadın derneği kurmuşsunuz, buna da ihtiyacımız var. Dün ben 'Erkekler kendinize gelin' dediğim zaman bir iki dernek, bu kadın cinayeti sayılarını bilmeden, gazete kupürleriyle beraber ifade eden bize diyor ki 'Siz ne yaptınız?' Ben size ne yaptığımızı anlatayım.
Devlet bütün etkinliğiyle ve yetkinliğiyle bu konunun üzerindedir. Bu devlet düşmanlığını hakikaten anlamakta zorluk çekiyorum. Eline yazdığı iki tane dövizle tüm kadın meselesini çözdüğünü zanneden ve batının kendine üfürdüğü, Avrupalıların kendilerine üfürdüğü birtakım sözlerle, sadece siyaset ve ideoloji saplantısı içinde bulunanların herhalde Türkiye'de bu meseleye en ufak bir katkısının olacağını düşünmek saflık olur. Başka hiçbir şey değil, çırpınıyoruz.
"DİKKAT EDİN HİÇBİR ZAMAN AİLEDEN BAHSETMEZLER"
Dikkat edin, bu ideolojik kadın dernekleri hiçbir zaman aile kavramından bahsetmezler. Onlar için aile önemli değil, bizim için aile önemli. Bizim medeniyetimizin otağ direğidir aile. Tam da bu otağ direğini yıkmak isteyen Batı ve Avrupa emperyalistidir. Bu kadar açık ve net. Kimi zaman kültürel baskılarla, kimi zaman ekonomik baskılarla, kimi zaman inancımıza, geleneğimize, göreneğimize, anne, baba ve ata öğretilerimize saldırarak yıllardan beri dertleri budur. 'Bu Anadolu coğrafyasının aile kavramını nasıl yok ederiz?
Nasıl parçalarız, nasıl böleriz, nasıl ayrıştırırız ve nasıl yere sereriz?' Bütün dertleri budur. Yapacağımız tek bir iş var. Aile kavramına sıkı sıkı sarılmak. Bu coğrafyanın bize bıraktığı en büyük emanetlerden biridir aile kavramı. Anne, baba, çocuk, dede, hala, nine, amca, yenge, bu bizim varlığımızın sebebidir.
Biz Avrupalılara, batılılara benzemeyiz. Annelerimizi, babalarımızı huzurevlerine bırakıp on yıllarca yanına uğramayan bir anlayışı taşımıyoruz. Eğer aile kavramını dört başı mamur bir şekilde yönetebilirsek bu meselelerin önemli bir bölümünü de çözeriz. Onun için hepimize büyük bir görev düşmektedir. Bu ideolojik saplantılı olanların ortaya koyduğu süreçlere teslim olmamak gerekir."
"TWEET ATARAK BU KONU ÇÖZÜLMÜYOR"
Kadına yönelik şiddet, maalesef tweet atılarak halledilebilecek bir konu değildir. Keşke öyle olsaydı. Hepimiz tweet atarak bu meseleyi çözseydik veya bir pankart üzerine iki tane slogan yazsak, sloganla beraber bu meseleyi çözsek. Slogancıların işi değil, bu. Bu mesele, kendini adayanların işidir. Onların bir işi var, o da şudur, '25 Kasım gelsin. Biz kamunun uygun görmediği yerlerde toplantı yapalım'.
Orada içinde her türlüsü var. İçinde bazen hakikaten terör örgütüne mensup olanlar ve bu konuda aşırı reaksiyon göstermeye hazır olanlar, devletle her daim bir meselesi olanlar var. Sürekli karışıyor. Buradaki normal insanlar gidiyorlar, 10-15, 20'si kalıyor. Onlar da polisle çatışıyor. Onların tabii gazeteleri, medyaları, milletvekilleri de var. Hemen devletten şiddet başlıkları atmak için senaryoyu, tiyatroyu hazırlıyorlar. Sanatsal yönleri de ağır. Böyle bir tabloyu ortaya koyuyorlar ama yapılanlar, gayret gösterilenler, mücadele edilenler... Anlamıyorum, bu milletten ne istiyorlar. Hakikaten anlamıyorum.
"AMA DERTLERİ O DEĞİL..."
Ama dertleri o değil. Dertleri, işi odağından etmek, bizi konsantrasyonumuzdan uzaklaştırmak, Türkiye'nin bunu konuşup meseleyi özünden saptırmak. Yapmamız gereken çok iş var. Türkiye'nin de yapacağı çok iş var. Herkesin gayret göstermesi lazım. Kimseyi ötekileştirmememiz lazım. Bilakis herkesin el birliği, iş birliğine ve samimi gayretine muhtaç olduğumuz bir konudur bu. Dolayısıyla burada herkesi samimiyetle yanımızda görmek istediğimizi, bu alanın kayıtsız şartsız bir işbirliği alanı olmasını arzu ettiğimizi, huzurlarınızda buradan tekrar ifade etmek isterim."