Bir seçim sürecindeyiz. Tanık olduğumuz bazı olaylar beynimize bir eşkıya baskını gibi gelir. Bütün ezberimiz bozulur ve ister istemez kendimizi ve bütün ilişkilerimizi, bakış açımızı yeniden gözden geçirme gereği duyarız. Kısaca insanın ruhunu alt-üst eden bu tip olaylara sıkça rastlanır olduk.
Toplumun sorgulama ve değerlendirme bilincinin törpülenmesiyle beraber, nasıl ve neden sorularından yoksun kaldık. Kendimize, karşımızdakine, komşumuza, arkadaşımıza, kalabalıklara bu soruları soramadığımız gibi, soracağımızı farz edelim, bu soruların cevaplarını bulmak da, almak da yoktur maalesef. Yani bu soruların cevapları da sorunun kendi içindedir.
Toplum olarak, bütün toplumsal ilişkilerden veya bütün konularda linç kültürünü adeta içselleştirerek, bir nevi haz duyarak, kendisinden olmayanı yola getirme, yok etme, kendine benzetme gibi davranışlar sergilemesi ve adeta milli bir refleks, bir dürtü haline getir irilmesi ve bu kültürün gelişip yeşereceği iklimler yaratılması dikkat çekicidir...
Nedense sorunların çözümünde gösterilen davranışın, benzemeyeni yok etme, farklı düşüncelerin yeşeremeyeceği tarzda, kısıtlamalar, çalışma alanlarını daraltma gibi hiç de uygar olmayan davranışlar göstermelerini psikolojide nasıl adlandırıldığını bilemem. Oysa toplum olarak her türlü ilişkinin siyasete malzeme olarak kullanıldığı, siyasetin seviyesinin düşürüldüğü, öfkenin siyasetin merkezinde ve siyasete hâkim olduğu, hatta doğal sayıldığı bir travmanın sarmalındayız. Nereye dönersek dönelim, çatışmacı, bir o kadar da tabu haline getirilmiş gelenekçi kültürün, toplumsal yapıda açtığı kopuşların, kocaman gediklerini kapatmak zor olsa gerek.
Hoşgörüsüzlüğün toplumu içten içe kemirdiği, şiddetin sorunu çözmede model alındığı, ötekinin saf dışı edilmesi için demode mantık ve söylemlerle aşağılandığı, rencide edildiği bir sürecin yoğunluğunda, Kürtleri ve onların sorunlarını görmezden gelmenin ve hatta siyasette dışlanmaya çalışılmalarını, ancak bir linç kültürü olduğunu belirtmekle açıklanabileceği kanısındayım. Gerek teorik, gerekse pratiklerinde yaslandıkları teorik savunmaların insani duyarlılıktan, çoğulcu yaşam ve zenginlikten yoksun, muhafazakâr bir o kadar da milliyetçi ideolojinin farklılıkları yok saymasından başka bir şey olmadığını, sorunu çözmek yerine sorunu çözümsüzlüğe doğru götürmenin bu ülkeye çok şey kaybettireceğini söylemeye gerek var mı, bilemiyorum. Sanırım çatışmadan çok bu coğrafyada yaşayan halkın, barış ve kardeşlikten yana daha çok hakkının olduğunu belirtmek ve söylemek yerinde olur.
Geçmişte yaşananlara bir avuç mazi mantığıyla bakanlar, geçmişte yaşanılan olumsuzlukları objektif bir olgu ve gözlemle değil, şeytanın yapmış olduğu kötülükler olarak gösterip toplumun bilinçaltında bir değer yaratma çabası devam ediyor demektir. Kışkırtıcı ve toplumu çatıştırıcı çağrışım ve sesler hep süre gelmiştir. Bu seslerin toplumu çağırdıkları yer, çatışma ve düşmanca davranış sergilemenin psikolojisidir. Aklın önüne set oluşturmaktır ki; geçmişimizle yüzleşme erdemliliğinden dahi korkar duruma getirmektir. Bir anlamda hayatın gerçeklerinden uzak, rüya alemi bile sayılmayacak psiko-sosyal bozulmanın çığırtkanlığını, bir anlamda emperyalist güçlerin dalkavukluğunu yapmaktır.
Gücün ve siyasetin eğretiliğini unutmadan, yaratılan sahte duruşların, ayrıştırmaların medya ve politik yönlendirmelerle nereye varılacağı bilinmezken, gerçeklere kulağını tıkamanın, şeytanla ortak buğday ekmeye benzediğini ve maalesef ancak samanını alabileceğini hatırlatmak gerekir. Bu anlamda ülke siyasetini yapıcı ve birleştirici bir zemine oturtmadıkça, sert esen rüzgârların düşürdüğü postların altında çıkacak çirkinlikleri görmeye hazır olalım.
Sonuç olarak dünyada ve etrafımızda baş döndürücü değişimler yaşanıyor. Bu değişimlerin klasik zevki, perde arkasındaki zihniyeti ve derinlerdeki düşünceyi de bir anlamda su yüzüne çıkarıyor. Yani zihnimizdekilerin siyasete ve günlük ilişkilere yansımasını yoğun biçimde yaşıyoruz. Ve bu süreç iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın veya bizde farklı bir düşüncenin oluşmasına mı yol açacak, göreceğiz...
Okunma Süresi: 4 dk
İstanbul Ankara Arası Kaç Km ve Kaç Saat Sürer: Tren Var mı, Otobüs, Uçak Saatleri?
#Yaşam / 23 Kasım 2024
İstanbul Amasya Arası Kaç Km ve Kaç Saat Sürer: Tren Var mı, Otobüs, Uçak Saatleri?
#Yaşam / 23 Kasım 2024
Yorumlar
Yorum yapmak için, isterseniz giriş yapabilir veya kayıt olabilirsiniz.
*
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *