Her türlü naneyi yiyenin, Allah’tan af dilemesi, üstüne üstlük aynı naneyi yemeye devam ederek defalarca af dilemeye yönelmesi ne kadar samimi ya da ne kadar gayrısamimi ise MHP’nin gündeme düşürdüğü, AK Parti’nin çekince koyduğu, toplumun da karpuz gibi ortadan ayrılırcasına görüş beyan ettiği kısmi ceza indirimi meselesine farklı açılardan bakmak gayet mantıklı ve doğal bir yaklaşım…
*
Damga Gazetesi İmtiyaz Sahibi Ali Tarakçı’nın, uğradığı silahlı bir saldırıdan dolayı, adına ister kasıtlı olarak af deyin, isterseniz kısmi ceza indirimi, çıkması muhtemel bu yasal düzenlemeye karşı durması, sert tepki göstermesi kendince makul ve anlaşılabilir bir tepki olabilir. Ancak bu düzenleme, Tarakçı’nın vakasından ibaret olmadığı gibi, içinde farklı suç ve farklı olguları barındıran mevzuları ele alan bir düzenleme. Yani Tarakçı kendisini vuranlara hala kin duyuyor diye herkesten de bu tepkiyi göstermesini beklemek doğru değil.
*
Mevzuyu, Tarakçı gibi bireyselliğe indirgersek, sırt boşluğundan 60 cm’den büyük kesici bir aletle yaralanmış, tam ifade etmek gerekirse, arkadan girmiş önden çıkmış bir kesici alet saldırısıyla ölümle burun buruna gelmiş birisi olarak, askeri savcının “Davacısın değil mi?” sorusuna, hiç düşünmeden “Hayır değilim” diyen bir mağdur sıfatıyla söylüyorum….
Af, kişilerin bireysel tercihlerini, ceza indirimi ise devletin, toplumsal barışı esas alarak takdirini tayin etmesinden ibaret olmalı.
*
Mağduriyet yaşadığım kişisel mevzuma yeniden dönecek olursak….
*
Askeri savcı, şikayetçi olmadığım yönündeki kararımı fark edip, “Evladım, şuurun mu yerinde değil” sorusunu yönelttiğinde, “Şuurum yerinde, onun cezaevinde uzun yıllar yatmasının bana faydası yok, belki orada da psikolojik sorun yaşar başkasının hayatına kast eder, o yüzden benim ona ne kinim var, ne de şikayetçiyim” dediğimi dün gibi hatırlıyorum… Bir de bu konuşmayı yaparken ayakta bekleyen sivil kıyafetli bir adamın ağladığını…
Adam yanıma yaklaşıp, “Evladım ben Hayrullah’ın babasıyım. Benim bir lokantam var, istersen kan parası olarak onu sana verebilirim” dediğinde ise elindeki poşette elma ve portakal olduğunu fark ettim. Beni vuranın babasına “Bir elma verirsen helalleşiriz” teklifini yaptığımda hıçkırarak odayı terk ettiğini de dün gibi hatırlıyorum.
*
Buna rağmen süren kamu davasından dolayı, arkadan yaklaşarak sessizce sağ boşluğuma kesici aleti sokan ve içinde uzun bir süre kıvıran saldırganın kısmen ceza aldığını da biliyorum.
*
Ha, bu demek değildir ki ben affettim diye herkes de affetmeli. Lakin bildiğim ve yaşadığım şey şu ki, ben affederek onu vicdanında mahkum ettim. Şayet kin duysaydım belki de hayatımın önemli bir kısmı onu aramakla, bulmakla ve öldürmekle geçecekti. En azından bu zahmetten kurtuldum.
*
İki farklı örnekte de görüldüğü gibi, affetme konusunda, Tarakçı ve onun gibileri mağduriyetleri üzerinden sonsuz kin gütmeyi tercih ederken ben ve ben gibiler de karşıdaki insanı olabildiğince kazanmayı doğru ve mantıklı buluyor.
*
Meseleyi, devlet ve toplum açısından ele alırsak, “Devlet, sadece kendisine karşı işlenen suçları affedebilir, kişilere karşı işlenen suçlar kişileri bağlar” görüşü ayağı çok da yere basmayan ve topu taca atan bir görüş gibi gözüküyor. İçinden milleti çıkardığın zaman geriye zaten devlet diye bir şey kalamaz. O yüzden de devlete karşı işlenen suçların tamamı direkt ya da endirekt olarak zaten millete karşı işlenen suça girer.
*
Kısacası…
*
Hukukçu Prof. Faruk Erem’in, “Suçluyu kazıyınız altından insan çıkar” sözündeki mana kavranamadığı sürece, insanların kendi aralarında suçları kategorize etmelerinin, yaralamayı öldürmeden, dolandırıcılığı hırsızlıktan, tacizi tecavüzden daha masum göstermeye çalışmalarının da önü alınamayacağa benziyor.
*
Yani…
*
Ortada, Tarakçı’nın dediği gibi, katillerin, tecavüzcülerin, hırsızların topyekün affedilmesi gibi bir mevzu filan yok. Toplum vicdanını rahatsız etmeyecek suç kategorilerinde ceza indirimi var, hepsi bu…
*
Ha, bir de Tarakçı’nın kader mahkumu kim ki? Şeklinde bir sorusu var. Bir örnek vereyim.
Misal, bir tepsi baklava çaldıkları için senelerce hapis cezası alan çocuklar ve benzerleri kader mahkumu değil de devleti güpegündüz soyanlar, Tarakçı’yı vurduranlar ellerini kollarını sallayarak aramızda efendi efendi dolaşıyorsa, bence de Tarakçı yı vuranlar ile baklava çalanları bu toplumdan kesinlikle uzak ve mapus damında tutmak gerekiyor.
*
Ama bilin ki bir insana verilecek en büyük ve anlamsız ceza onun özgürlüğünü yıllar boyunca alıp dört duvar arasına tıkmaktır. Bu da ne ceza verene ne de alana bir şey kazandırır. Aslolan ise kısa süreli cezalarla suç işlemiş insanları ıslah edip yeniden toplum arasına kazandırmaktır. Tıpkı insanları ısıran, zarar veren köpeklere yapıldığı gibi, yani…