Gerçeklerden Haberdar Olun
İstanbul
Şiddetli yağmur
4°
Ara
Damga Ekonomi Gıdada sahte üretim artıyor!

Gıdada sahte üretim artıyor!

Ette sakatat, çayda boya, sütte bitkisel yağ... Ekonomik krizle birlikte gıdada sahte ve merdiven altı üretim artıyor

Okunma Süresi: 7 dk

Baharatlarda gıda boyası, peynirde nişasta, zeytinyağında bitkisel yağ, sucuklarda kanatlı eti veya sakatat... Bunlar gıdada yapılan hilelerden sadece birkaçı. Evrensel Gazetesi'nin haberine göre; ekonomik krizle birlikte gıdada sahte ve merdiven altı üretim artıyor. “Etiket ve gramaja bakıyorum, en uygun fiyatlı olanı alıyorum. Bilinçsiz tüketici diyorlar. Tüketiciyi istediğin kadar bilinçlendir, zararlı olduğunu bilmediğimizden almıyoruz ki. Nasıl alayım diğerini?” İstanbul İkitelli’de birlikte markete gittiğimiz Leyla’nın bu sözleri vatandaşın güvenliğe değil fiyata bakmak zorunda kaldığını ortaya koyuyor. Uzmanlar ise tam da bu nedenle uyarıyor: “Sağlıklı gıdaya erişimi sağlamak kamunun en temel görevlerindendir.”

En ucuz gıdaya yönelim var

Türkiye’de emekçileri vuran ekonomik kriz, her geçen gün artan enflasyon yurttaşlara gıdanın da en ucuzunu tüketmeyi zorunlu kılıyor. Tüketiciyi bilinçlendirmek için çeşitli çalışmalar yapılıyor; katkı maddelerinden, işlenmiş gıdalardan uzak durması öğütleniyor. Ancak yurttaşlar için erişilebilir olan neredeyse her gıda sağlıksız şartlarda, kalitesiz ham maddelerle ve kimyasallarla üretiliyor. Daha sağlıklı olan gıdalar ise daha pahalı ve tercih edilemiyor. Leyla İkitelli’de Atatürk Mahallesi’nde yaşıyor. Biri 2 buçuk, diğeri 5 yaşında iki çocuğu var. Eşi asgari ücretle çalışıyor, kendisi de daha önce çeşitli işlerde çalışmış fakat çocukları olunca işi bırakmış. Eşinin aldığı asgari ücretin 7 bin lirası kiraya gidiyor; faturalar, ev alışverişi ve ek masraflar için 4 bin 400 lirası kalıyor. O yüzden Leyla şimdi çevredeki özel hastanelerde iş arıyor. Birlikte market alışverişine çıkacağız, alışveriş yaparken nelere dikkat edeceğini konuşacağız. Çıkmadan bunları anlatıyor Leyla ve uyarıyor: “Her şeyi aynı anda almıyorum, ama almasam da neleri alıyorum onu da gösteririm.”

Sağlıklı ürünü alamıyoruz
Önce marketi dolaşıyoruz, sonra tek tek bakmaya başlıyoruz. Çocuklara kahvaltı için çikolata raflarının önündeyiz. Son dönemde fiyatlarla birlikte en çok konuşulan konu gıda güvenliği.
2018’den beri adında ‘gıda’ olmayan sorumlu bakanlık, Tarım ve Orman Bakanlığı, ‘güvenli gıda’yı şöyle tanımlıyor: Her türlü bozulma ve bulaşmaya yol açan etkenden arındırılarak tüketime uygun hale getirilmiş, sağlık açısından sakınca oluşturmayan ve besin değerini kaybetmemiş gıdadır. Güvenilir gıda, raf ömrü süresince fiziksel, kimyasal ve biyolojik herhangi bir risk taşımaz.
“Bakanlık böyle diyor” da diyor Leyla “Ben etiket ve gramaja bakıyorum, en uygun fiyatlı olanı alıyorum”. Ve ekliyor: “Diyeceksin ki içeriğine bakmayacak mısın? Bilinçsiz tüketici diyorlar. Tüketiciyi istediğin kadar bilinçlendir, sağlıklı olarak gösterilen ürünü alamıyoruz ki. Günün sonunda cebime bakıyorum.”

Sağlıklı ürün masrafı arttırır

Süt ürünleri raflarındayız. Yoğurttan kremaya hepsinde yarım yağlı olanları tercih ediyor. Daha sağlıklı olduğundan değil, yine daha ucuz olduğundan. Peynirde zincir markete ait marka peynirle reyondaki yüksek fiyatlı bir peynirin içeriğini inceliyoruz beraber. İnternet yardımıyla yaptığımız karşılaştırma sonucu ucuz olanın katkı maddesi içerdiğini ve aşırı işlenmiş olduğunu görüyoruz. Ama Leyla yine de ucuz olanı alıyor: “Zararlı olduğunu bilmediğimizden bunu almıyoruz ki biz. Nasıl alayım diğerini? Her üründe sağlıklı diye 20-30 lira daha pahalısını alsak masrafımız iki katına çıkar.”

Etin de ucuzunu alıyorlar
Salam, sucuk gibi ürünlerin karşısındayız. Daha ucuz olana gidiyor eli, “Bunlar et değilmiş, öyle diyorlar. Ama iki üç liralık fiyat farkına bile dikkat ederken bir de ‘gerçek’ etin peşine mi düşelim?” diyor. Alışverişteki bir başka kadın da dahil oluyor sohbetimize, ona da soruyoruz alışveriş yaparken gıda güvenliğine dikkat edip etmediğini, soruyla karşılık veriyor: “Dikkat etsek alışverişe buraya mı geliriz?” Sonra da elindeki kefiri gösterip ekliyor: “Biz bilmiyor muyuz bunu evde yapmasını? Biliyoruz tabii de daha pahalıya denk geliyor. Meyve suyu zararlı mesela, yıllardır söylenir. Evde yapayım desen iki bardak portakal suyuna iki kilo portakal lazım. Meyve-sebze fiyatları ortada zaten”. Baldo pirinç yerine osmancık, tereyağı yerine margarin derken market ürünlerini gezmeyi her ürünün ucuzunu tercih ediyoruz. Markette gezerken çocukları geçen yıl sıbyan mektebine verdiğini anlatıyor Leyla, bu yıl da verecekmiş: “Üç öğün yemek veriyorlar bir kere. Biz eve doğru düzgün et alamıyoruz, orada sebze yemeklerinin içine bile et-kıyma koyuyorlar. Ben öyle yemeği yapamam evde mesela.”

Biz de biliriz iyisini almayı ama!

Şöyle bitiriyor sözlerini marketten çıkarken Leyla: “Biz de biliyoruz da iyisini almayı… Ama nasıl… Bu zamlar durmadan mümkün değil, her geçen gün masrafımız daha da artıyor. Bir de bize kalmaması lazım, denetim yapacaklar, kontrol edecekler…”

Türkiye çok ciddi sıra kaybetti

Gıda Mühendisleri Odası (GMO) İzmir Şube Başkanı Uğur Toprak, Leyla gibi milyonlar olduğunu verilerle açıklıyor: “Economist tarafından derlenen küresel gıda güvenliği endeksi 2020 rraporunda Türkiye, 113 ülke arasında son 9 yılda 11 sıra birden kaybederek 47’nci sıraya geriledi. Gıda kalitesi kategorisinde ise 45’inci sırada. Türkiye’de net asgari ücret 11 bin 402 lira. Türk-İş’e göre Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcama tutarı yani açlık sınırı 12 bin liranın üstünde. Yoksulluk sınırı ise 39 bin 733 lira. Yani 4 kişilik bir ailenin tamamı asgari ücrete çalışsa dahi yine de yoksul sayılır. Dar gelirlinin bütçesinin büyük kısmını gıda harcamaları oluşturuyor. Öyle olunca gıda alımında fiyat kriteri öncelikli hale geliyor. Ve neticesi şu: Bir, neredeyse ham madde fiyatına satılan ve merdiven altı, uygun olmayan koşullarda üretilen gıda maddeleri; iki, taklit ve tağşiş.”

Daha fazla mühendis çalıştırılmalı
En fazla taklit ve tağşiş yapılan ürünlerin başında süt ve süt ürünleri, et ve et ürünleri, bitkisel yağlar geliyor. Toprak, gıda güvenliğini ihlal eden yaygın uygulamaları şöyle sıralıyor: “Alkollü içkilerde dışarıdan alkol katımı; alkolsüz içeceklerde ilaç etken maddesi katılması; baharat, çay, kahvede boya katımı; bitkisel yağda diğer tohum yağları ya da daha düşük kaliteli zeytin yağların katılması; et ve et ürünlerinde kanatlı eti, tek tırnaklı eti ve sakatat katılması; süt ve süt ürünlerinde bitkisel yağ katımı, natamisin (Raf ömrünü artıran bir kimyasal) kullanılması. Üstelik Tarım ve Orman Bakanlığı, mart 2022’den bu yana taklit ve tağşiş listesi yayımlamıyor, bunun bir an önce açıklanması lazım. Diğer yanı denetim sıklığı. Denetim verilerine göre her işletme yılda ortalama bir kez denetleniyor. Bu çok yetersiz. Bakanlık bünyesinde gıda mühendisi istihdamı artırılmalı.”

Gıda hakkı anayasayla korunmalı

Gıda Mühendisleri Odası (GMO) İstanbul Şubesi Başkanı Cemil Gülsu, gıdanın artan enflasyondan en çok etkilenen sektörlerden biri olduğunu hatırlatarak başlıyor sözlerine. Artan maliyetler nedeniyle ilk taviz verilen yerlerden birinin denetim olduğuna dikkat çekiyor Gülsu: “Maliyet artışıyla üreticiler, lokantalar kontrol mekanizmalarından taviz veriyor. Gıdada piyasaya sürmeden boya, toksin varlığı gibi belli analizler yapmanız lazım yasal olarak. Bu maliyetlerden kısıyor firmalar. Kaynağı belli olmayan ham maddelere kaçabiliyorlar, bunun gibi durumlar da gıda güvenliğini oldukça riske atıyor.” Peki denetim ve sağlıklı gıda üretimi gıda fiyatlarında nasıl bir değişim yaratır? Dahası gıda güvenliği sorunu nasıl çözülecek: Bu soruya yaptıkları bir saha çalışmasından örnekle yanıt veriyor Gülsu: “Sahaya çıktığımız zaman gördük ki 60 kuruşla, 1 liraya çiftçiden çıkan yumurta, 8-10 liraya satılıyor. Devletin direkt üreticiden tüketiciye ulaştıracak bir yapı kurması lazım. Kooperatif benzeri mekanizmalarla devlet yurttaşlara sağlıklı ve ulaşılabilir gıda sağlamak zorunda. Gıdanın üretim dağıtım süreçlerine kamunun dahiliyetinin artması bu sorunun çözüm yollarından bir tanesi. Kamu çünkü kâr odaklı bakmaz, kazandığını tekrar halka dağıtır. Ama kesinlikle denetimsiz bir kamu düzeni istemiyoruz. Şunu da eklemeliyim: Türkiye’de gıda hakkı 1982’de Anayasa’dan çıkarıldı. Sadece Türkiye’de değil sorun, örneğin AİHM de gıda hakkını tanımıyor. Gıda hakkının tanınmaması kapitalizmin insanlara en büyük ‘kazıklarından’ biri. Yani insanlar aç kaldıklarında hakkını arayamıyor. Bunların anayasaya girmesi gerektiğini biz bu yüzden söylüyoruz. Özellikle bizim ülkemiz gibi gıdaya ulaşmanın, gıda fiyatlarının hep sorun olduğu ülkelerde gıda hakkının kesinlikle anayasal bir hak olarak tanınması lazım.”

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *